Ana içeriğe atla

http://bit.ly/2kFoCwP https://twitter.com/ahmetozdemir1 ÂŞIK VELİ VE KEMTER Ahmet ÖZDEMİR Vaktiyle bir aşığa yarı şaka, yarı ciddi, “Bu çevrede neden çok şair yetişiyor? Ha-vasından mı, yoksa suyundan mı?” diye sormuşlar. Acı acı gülmüş: “Yoksulluktan, çaresiz-likten,” demiş. “En kötüsü de dertten. Efendi, insanı dert söyletir, dert... Sen hiç hali vakti yerinde, zengin bir kimsenin âşıklık yaptığını duydun mu?” Öteden beri, Yozgat'ın Muğallı Köyü Türkmenleri yaylak için İğdecik civarlarına gelirmiş. Veli bir ara onlara da çoban durmuş. Yedi sene hizmet etmiş. Ağasının Telli adında bir kızı varmış. Veli ona âşık olmuş. Kızın annesi ve babası durumu anlamışlar. Fakat üzerine üzerine aldığı her işi kusursuz yerine getiren Veli'yi incitmek istememişler. Tek çıkar yolun, kızlarını kendi seviyelerinde ki bir kişi ile evlendirmek olacağına karar vermişler. . Muğallı'lı bir gence Telli’yi vermişler. Veli, Telli Kız'ın başkasıyla evleneceğine bir türlü inanamadı. Daha doğrusu inanmak istemedi. Ne zaman ki göçünü kendi eliyle yükleyip onu yola vurunca, acı gerçeği kabul etmek zorunda kalmış: Hel hel ettim Mağara'dan uçurdum Telli Kız'ın gitti derler bu yola Elim ile evlerini göçürdüm Telli Kız'ın gitti derler bu yola Veli, Telli Kız'ı yolcu ettikten sonra söylediği deyişleri ağızdan ağıza yayılmaya başlamış. Taa Şarkışla'nın Kale köyünde oturan Âşık Kemter'in kulağına kadar gitmiş. Veli’yi yanına almış, dizinin dibine oturtup âşıklığın bütün kurallarını ve törelerini öğretmiş. Birlikte söylemiş, birlikte çığırmışlar. Kemter’in 1818 yılında vefat etmesi Veli’yi çok üzmüş. Ünlü ağıtını söylemiş: Şu yalan dünyada bir üstat buldum Beni bırakmadın işime felek Şakirt olan şaşkın olur dem be dem Ne okursun bilmem guşuma felek Veli, ustası Kemter'i bir türlü unutamamış. Nereye gitse hep onu anlattı, hep onun büyüklüğünü, insanlığını ve kendisine yaptığı iyilikleri dile getirmiş. Acısın biraz unutmak amacıyla Tokat ve Çorum üzerinden Hacı Bektaş'a gitmiş. İçinden, derdimi, gamamı unutu-rum, diye geçiriyormuş. Ama o sırada Çelebi Hamdullah Efendinin bir oğlu vefat etmiş, herkes yasını tutuyormuş. Çelebi'nin ise ağzını bıçak açmıyormuş. Veli yarasına merhem umduğu tabibin kendisinden hasta olduğunu görünce şöyle demiş: Derde tabi oldum derman aradım Vardım ki tabibin derdi benden çok Her derdin dermanı sendedir bildim Ne hikmet ki senin derdin binden çok Hak böyle buyurmuş bina kurunca Ağlamayı gülmeye eş verince Tabipler tabibi dertli olunca Besbelli ki şu dünya da dertsiz yok Veli Hacıbektaş’ta uzun süre kalmış. Hamdullah Efendi'yi daha çok sevmiş ve her geçen gün ona saygısı artmış. Âşık Veli bir gün Tozanlı tarafından gelirken Yıldızeli'nin Davulalan köyünün Sancılıçam civarında fırtınaya tutulmuş. Bir an önce köye ulaşmak amacıyla atını mahmuz-lamış. At hızlı ilerliyormuş. Bir çamın altından geçtiği sırada, aşağıya doğru sarkan dallardan korunmak için öne doğru iyice eğilmek zorunda kalmış. At birdenbire yekinince eyerle dal arasında sıkışmış. Eyerin kaşı göğsüne saplanmış. O durumda köy kadar gitmiş. Konu komşu tedaviye çalışsalar da ancak bir hafta yaşayabilmiş. İğdecik köyündeki mezar taşında 1852 tarihi kayıtlı. Yanlışlıkla bazı kaynaklarda Dadaloğlu’na mal edilen bir Âşık Veli deyişi ile ya-zımı bitireyim: Dost dost diye hayaline yeldiğim Dost ise ayırmış özünü benden Çatık kaşı benlerini saydığım Dost ise çevirmiş yüzünü benden Hani dost uğruna can baş verenler Hasseten söylesin gözle görenler Şimdi bizden yüz çevirmiş yârenler Evvel geğitmezdi gözünü benden Gözüm yaşı döner m'ola sellere Bu ayrılık har düşürdü güllere Evvel aşna idim her bir hallere Şimdi sakınıyor sözünü benden Sadık gerek dost yoluna soyuna Gönül kail Hak'tan gelen oyuna Besbelli ki oynayamam payına Anın çün kaldırmış nazını benden Her sabah naz ile gelip geçerken Doldurup da al badeler içerken Veli'm eder ak göğsünü açarken Şimdi nikablamış yüzünü benden Not: Dünkü yazımda sözünü ettiğim “Mecnunum Leylamı Gördüm” şiirinin Ali İzzet’e değil, Âşık Veli'ye ait olduğunu belgeleriyle ilk kez Gülağ Öz yayımlamıştı. Kültür bakanlığı sitesinde ve yol dergisinin koleksiyonlarında bulmak mümkün. Yazımda belirtti-ğim gibi şiir ilk kez Hasan Dede ziyaret defterlerine yazılmış. Sevgili Gülağ Öz, 1834 yı-lında eski harflerle orijinalinin Yunus Koçak arşivinde bulunduğunu belirtiyor.


via Sivas Herfene http://bit.ly/2kFuABG

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS

Sivas Atasözleri #SivasAtasözleri #Sivas #Sularbaşı #Bezirci #SivasHerfene #Çayyurt #SivasBelediyesi #Gardaş #Sivaslıyız #EyaletiSivas #Tarihesahipçık #SivasMeydan #Nostalji #EskiSivas #EskiResimler #Çavuşbaşı #Çayiragzi #Alibaba #Bengiler #SivasTarihi #SivasKültürü #SenSivasıSeyret #SivasKalesi

via Sivas Herfene https://bit.ly/3gDp1NT

İstanbul’u titreten Sivaslı Ermeni kabadayı, Ardaş 1910’lu yıllarda özellikle Üsküdar sokaklarında hüküm süren Ardaş, 1886’da Sivas’ta doğar. Koca Mavnacı’yı öldürdükten sonra dikkatleri üzerine toplayan Ardaş, küçük yaştayken Sivas’tan getirilip Selamsız’daki Ermeni kilisesinde bir papaza bırakılır. Neyin nesi olduğu bilinmeyen Ardaş’a nüfus kâğıdı çıkarılırken, baba hanesine kendisini teslim alan Sarkis adındaki papazın adı yazılır. Kilisede büyüyen Ardaş, tüm çabalara rağmen okumayınca, meslek öğrenmesi için bir fırına çırak olarak verilir. Ömer Ünal’ın aktardığına göre, “doğuştan asi ruhlu” olan Ardaş, ilk suçunu fırında beraber çalıştığı Erbaalı arkadaşı Yusuf’u fırıncı küreğiyle yaralayarak işler. Bu olaydan sonra, fırında çalışmayı bırakan Ardaş, 24 yaşındayken Selamsız’daki kilisenin iki papazını yaralayınca artık meskeni sokaklar olur. Papazlara saldırmasının sebebi de kendisine istediği parayı vermemeleridir. Doğancılar’ı haraca kesen Ardaş, bir süre sonra gönlünü Kumkapılı Ağavni’ye kaptırır. Ağavni’nin babası Krikor’un, kızını Ardaş gibi birisine vermek istememesi kendisi için pek hayırlı olmaz. Bir gece Ağavni’nin evini basıp onu kaçıran Ardaş, kızın babası Krikor’u da ağır yaralar. Ardaş, I. Dünya Savaşı’nın ardından Ağavni’yle birlikte yaşadıkları Ümraniye yolu üzerindeki evinden Üsküdar sokaklarını yönetenlerden birisidir artık. Ardaş’a esas şöhreti ise İstanbul’un namlı kabadayılarından Mavnacı Ali’yi “hacamat” etmesi getirir. Rizeli Mavnacı Ali, 1906’da Üsküdar’ın “haracını yiyen” Karamanlı Yusuf’u Üsküdar vapur iskelesinin önünde falçatayla öldürmesinin ardından, 16 yıl boyunca hem Üsküdar’da, hem de Beyoğlu’nda “borusunu öttüren” namlı bir kabadayıdır. Ali’nin Ardaş’ın Üsküdar’da isminin duyulmasından duyduğu rahatsızlık, kendi avanesinden birkaç kişinin Ardaş tarafından dövülmesiyle ayyuka çıkar. 26 Kasım 1920’de, Mavnacı, Ardaş’ı öldürmek için bir tuzak kurar ve onu Kuzguncuk’a çağırır. Fakat hesabı tutmaz ve iki hasım Kuzguncuk’taki Yalı Kahvesi’nin önünde bıçaklarla kapışırlar. Düelloda şans, iki parmağını kaybetmesine rağmen Ardaş’a güler. Sağ el başparmağı ve işaret parmağının kesik olması, polis kayıtlarında en belirgin alameti olarak geçer. Bu kavgadan sonra Üsküdar’ın tek hâkimi olan Ardaş’ın da saltanatı uzun sürmez. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, sevgilisi Ağavni’yi de yanına alıp ortadan kaybolur. AGOS

via Sivas Herfene http://bit.ly/2dz24vt