Ana içeriğe atla

Sayın Selamet Agaogullari Anılarındaki Kale Parkı: SİVAS KALE PARK'TA BİR YABANCI Sivasta kaleye çıkınca,farklı bir ortama girmiş sayarım kendimi! Aslında fark eden bir şey olmaz,ağaçlar ve ortancalar içinde patika yollarda bir süre dolaşarak sivası en tepe noktasından dört yönü ile seyretme imkanı buluruz hepsi bu kadar. Şehrin tam orta merkezinde bulunması,doğusuyla,batısıyla,güneyi ve kuzeyiyle sivası seyretmek başka bir zevktir. Kalenin çıkış yolu oldukça geniştir hem yaya hem araçla çıkabilirsiniz. Kale,aslında bir toprak tepedir,o halinden 1950 lili yılların sonlarında üstü düzeltilerek park haline getirilmiş yeşillikler içinde 8-10 bin metre kare bir alana sahiptir. Kale parka batı tarafından çıkılır,çıkış yolu tahminen 200 metre hatırı sayılır bir yokuştur. Yolu bitirip düzlüğe çıkınca derin bir nefes aldıktan sonra,arkaya dönerek şehrin batı yakasını uzunca bir süre incelersiniz,hemen önünüzde sosyal sigortalar hastanesi dikkatinizi çeker,bina aralarından istasyon caddesi,DDY lojmanları,stadyum,biraz daha uzaklara baktığınızda,dört eylül,ece,halil rifat paşa,aydoğan,altıntabak,çiçekli,kadı burhanettin,kümbet,karşı yaka mahallelerini görürsünüz. Gözünüzü hafif sola kaydırdığınızda,Dev bir sanayi tesisi dikkatinizi çeker. 1946 yılında faaliyete geçmiş bir zamanlar DDYollarına lokomotif ve vagon üretimi yapan 5 bin civarında çalışanı bulunan bir iktisadi devlet teşekkülü tesisidir."şu an ne durumdadır bilgim yok"kıvrım kıvrım demiryolu raylarını göğüslemiş Sivas Gar binasını seyretmek ayrı bir heyecan ayrı bir zevk vermesi ile insanı uzayıp giden tren yolları hayallere daldırır. Kale parkın sağ tarafından yürümeye devam ettiğinizde oradan da şehrin güney yakasını incelersiniz. Hemen önünüzde pulur,kızılırmak,üçlerbey,kale ardı,çayırağzı,eğri köprü,mahalleleri,sanayı,otogar,ihtişamı ile tarihi Gök medreseyi görürsünüz."bu mukaddes yapıyı internetten araştırma gereği duyarsınız" Daha uzaklara bakınca,kızılırmak havzasına kurulmuş kardaşlar dağına yaslanmış Cumhuriyet üniversitesi kampüsü dikkatinizi çeker. Yavaş adımlarla kalenin doğusuna gelirsiniz,orada durduğunuzda,şehrin doğu yakası artık ayaklarınız altında dır. Önünüzde tarihi Ulu camii ihtişamı ve yaşlanmış haliyle Esselatü Vesselamü diyerek sizi karşılar çünkü burada cenaze hiç eksik olmaz,çarşı merkezinde paşa camii,kaldırımla aynı seviyeye gelmiş haliyle tarihi meydan camii,mahkeme çarşısı sebze hali,(eski adı garipler mezarlığı)demirciler ardı,ferhat bostan,gökçe bostan,bahtiyar bostan,Ali baba,gülyurt,kılavuz,yeşilyurt,Abdulvahabi gazi,mahallelerini tarafıktan sonra,yukarı tekke camii ve minaresi dikkatinizi çeker.(Abdulvahabı gazi türbesi buradadır(sivasın manevi bekçisi) eski sanayii çarşısı,halfelik mezarlığı,organize sanayii ufukta görünür.sizi selamlar. Yürümeye devam ettiğinizde kale parkın kuzey tarafından sivasın kuzey yakasını seyre başlarsınız. Bu açı oldukça geniş ve şehrin ilk yerleşim bölgesi ağırlıklı olarak bu yöndedir. Hemen önünüzde Çifte minare,buruciye,şifahiye medreseleri ve ihtişamı ile kale camii,kongre lisesi(şimdi müze) tarihi hükümet konağı,tarihi jandarma binası,cıbıllar parkı olarak tarihi doku gözünüze çarpar, çarşıbaşı,çayyurt,örtülü pınar,akdeğirmen,uluanak,sularbaşı,mevlana,mehmet paşa,yüceyurt,bezirci,kazancılar,kanlıbahçe mahallelerini görürsünüz.Uzak noktalarda eski numune hastanesi,öğretmen okulu Erkek sanat okulu,Ceza evi,gibi yerleri de görme imkanı bulursunuz.Daha ilerlerde kabak yazısı,temel tepe askeri kışlaları,paşa fabrikası(paşabahçe) gözünüze uzak ta olsa takılacaktır. Kale parktan sivası dört yakasını inceledikten sonra,kalenin doğu yönüne inşa edilmiş kale gazinosunun bahçe kısmında bir masaya oturdum. "Burası sivasın kuzey doğu yakasını kucaklar,geçmiş yıllarda eğlence alemine hizmet verecek büyüklükte kapalı alanı,önünde açık bahçesi ile faaliyet gösterirdi. Yaz sezonunda mahalli ve yabancılar getirilirdi. Gençlik yıllarımızda kaleli sabri diye bir beyfendi işletirdi,kibar saygılı bir insandı. Okul yıllarımızda da sık sık giderdik ama gençlik yıllarımızda pek sık gitmezdik. Buranın hepsi bir avuç yerdi,bizler büyüdükçe kale gözümüzde küçülmeye başlamıştı. Orta yerinde Ramazan topu vardı Ramazanda iftar saati buradan top atışı ile şehre duyurulur,sahurun bitişi de top atışı ile ilan edilirdi. Okul yıllarımızda kaleye gider zaman zaman bu topun üstünde resimler çekerdik. Bizim için ne kadar enteresan ne kadar değişik bir şeydi. Yaz sezonunda kalede okunan şarkılar akşamın sessizliğinde şehrin her yerinde duyulurdu.Uzaktan gelen bu ekolu nameler insana bir başka dokunurdu,insanlar uzaktan dinlemeyi tercih ederlerdi. Gazino dedimse çay kahve parasına çalışırdı,dinleyicilerin bıraktığı çekirdek kabuklarının temizliğine değmeyecek bir hesap ödenirdi. Kalede minnacık birde havuz vardı onun üstünde havuza uygun ufacık birde köprü topu topu iki adımdı. Onun üstünden geçmek büyük bir marifetti,şimdi ne köprülerden geçiyoruz hiç tınmıyoruz. Köprü deyince insanın aklına sırat köprüsü gelmeli. Sivas seyatlerimizde Büyük otelde kaleye bakan oda istiyoruz, kahvaltı salonu son katta kaleye bakan cam önünde oturuyoruz yetmez mi? " Doğu yakasını daha detaylı incelemeye başlamıştım ki genç bir delikanlı dikkatimi dağıttı! Ne içersiniz dedi? Tabi ki bir şey içmek lazım. Arkadaşlar gelecek onlar gelince söyleyelim dedim. Çocuk tamam der gibi boynunu büktü gitti. Aslında kimse gelmeyecekti,zaten yalnızda değildim! Masalar sandalyeler,gelip geçenler,göz ucuyla bakanlar,selam verenler,sağa sola koşuşturan çocuklar,çoktu. Garson başkaları ile ilgileniyor,benim yanıma gelmek için arkadaşlarımı bekliyordu. Ancak bekleyiş uzayınca dayanamadı geldi ben size bir kahve yatırayım nasıl olsun dedi. Ben ise evet evet sade olsun diyebildim. O esnada bazı arkadaşlarımın isimleri kafamdan bir sinema filmi gibi geçti. Necmi,yaşar,serdar,turan,birol kemal vs. Garson şark diye masaya fincanı koydu. Gençlik yıllarımızda bazı akşamlar arkadaşlarla UDİ garbisin şarkıları ve ud taksimleri eşliğinde yapmış olduğumuz eğlenceler bir an gözümün önüne geldi. Epey bir zaman gençlik yılları ile oyalandıktan sonra kalkmak istiyordum yalnızlığımdan yanancı olduğum sağda solda oturanlar tarafından hissedilmeye başlandığı kanaati hasıl oldu. Bir insan çocukluğunun,gençliğinin okul hayatının,sosyal hayatının ticari ve içtimai hayatının 35 yılını geçirmiş olduğu bir yerde yabancı olur mu? Olur. Arkadaşlarından,(yaşıtlarından) yüzde doksanının içtimai veya ekonomik koşutların yetersizliğinden,başka illere başka ülkelere göç etmişlerse,veya hak vaki olmuş bu dünyadan göçmüşler ebedi hayata dönmüşlerse! İşte sen orada yabancı olursun öyküler yazarsın... Etrafta garson çocuğu göremedim,fincanın altına bir miktar para bıraktım kalktım,masaya gelerek parayı alan çocuk,amca paranın üstünü almadın diye bağırıyordu. Arkaya döndüm Çocuklar gelecek onların hesabınıda o paradan kesersin dedim. Garson çocuk iki elini yanlara açarak hayretle arkamdan baka kalmıştı. Ben ise yerlerde gördüğüm çöre,çöpe,taşa,yaprağa vurarak ilerledim. Bir taraftan da halime gülüyordum. Kendi kendime lan oğlum selamet yaşlanmışsın farkında değilsin diyerek kalenin yokuşunu indim. Esen kalın. Mustafa Cılga paylaşımıdır.


via Sivas Herfene http://bit.ly/2tg7NAo

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS

Sivas Atasözleri #SivasAtasözleri #Sivas #Sularbaşı #Bezirci #SivasHerfene #Çayyurt #SivasBelediyesi #Gardaş #Sivaslıyız #EyaletiSivas #Tarihesahipçık #SivasMeydan #Nostalji #EskiSivas #EskiResimler #Çavuşbaşı #Çayiragzi #Alibaba #Bengiler #SivasTarihi #SivasKültürü #SenSivasıSeyret #SivasKalesi

via Sivas Herfene https://bit.ly/3gDp1NT

İstanbul’u titreten Sivaslı Ermeni kabadayı, Ardaş 1910’lu yıllarda özellikle Üsküdar sokaklarında hüküm süren Ardaş, 1886’da Sivas’ta doğar. Koca Mavnacı’yı öldürdükten sonra dikkatleri üzerine toplayan Ardaş, küçük yaştayken Sivas’tan getirilip Selamsız’daki Ermeni kilisesinde bir papaza bırakılır. Neyin nesi olduğu bilinmeyen Ardaş’a nüfus kâğıdı çıkarılırken, baba hanesine kendisini teslim alan Sarkis adındaki papazın adı yazılır. Kilisede büyüyen Ardaş, tüm çabalara rağmen okumayınca, meslek öğrenmesi için bir fırına çırak olarak verilir. Ömer Ünal’ın aktardığına göre, “doğuştan asi ruhlu” olan Ardaş, ilk suçunu fırında beraber çalıştığı Erbaalı arkadaşı Yusuf’u fırıncı küreğiyle yaralayarak işler. Bu olaydan sonra, fırında çalışmayı bırakan Ardaş, 24 yaşındayken Selamsız’daki kilisenin iki papazını yaralayınca artık meskeni sokaklar olur. Papazlara saldırmasının sebebi de kendisine istediği parayı vermemeleridir. Doğancılar’ı haraca kesen Ardaş, bir süre sonra gönlünü Kumkapılı Ağavni’ye kaptırır. Ağavni’nin babası Krikor’un, kızını Ardaş gibi birisine vermek istememesi kendisi için pek hayırlı olmaz. Bir gece Ağavni’nin evini basıp onu kaçıran Ardaş, kızın babası Krikor’u da ağır yaralar. Ardaş, I. Dünya Savaşı’nın ardından Ağavni’yle birlikte yaşadıkları Ümraniye yolu üzerindeki evinden Üsküdar sokaklarını yönetenlerden birisidir artık. Ardaş’a esas şöhreti ise İstanbul’un namlı kabadayılarından Mavnacı Ali’yi “hacamat” etmesi getirir. Rizeli Mavnacı Ali, 1906’da Üsküdar’ın “haracını yiyen” Karamanlı Yusuf’u Üsküdar vapur iskelesinin önünde falçatayla öldürmesinin ardından, 16 yıl boyunca hem Üsküdar’da, hem de Beyoğlu’nda “borusunu öttüren” namlı bir kabadayıdır. Ali’nin Ardaş’ın Üsküdar’da isminin duyulmasından duyduğu rahatsızlık, kendi avanesinden birkaç kişinin Ardaş tarafından dövülmesiyle ayyuka çıkar. 26 Kasım 1920’de, Mavnacı, Ardaş’ı öldürmek için bir tuzak kurar ve onu Kuzguncuk’a çağırır. Fakat hesabı tutmaz ve iki hasım Kuzguncuk’taki Yalı Kahvesi’nin önünde bıçaklarla kapışırlar. Düelloda şans, iki parmağını kaybetmesine rağmen Ardaş’a güler. Sağ el başparmağı ve işaret parmağının kesik olması, polis kayıtlarında en belirgin alameti olarak geçer. Bu kavgadan sonra Üsküdar’ın tek hâkimi olan Ardaş’ın da saltanatı uzun sürmez. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, sevgilisi Ağavni’yi de yanına alıp ortadan kaybolur. AGOS

via Sivas Herfene http://bit.ly/2dz24vt