Ana içeriğe atla

Türkü dağarcığımıza yüzlerce eser kazandıran Sivasın önemli müzik adamı Divriği Nuri Üstünses'i ölümünün 45.yılında sevgi saygı özlemle anıyoruz. Araştırmacı, gazeteci ,yazar hemşehrimiz Ahmet Özdemir hocamızın Divriğili Nuri Üstünses yazısını sizler için paylaşıyorum. &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& Asıl adı Mehmet Nurettin olan Nuri Üstünses, 1909 yılında Divriği'nin Göğçe Camii Mahallesinde doğdu. Kara Mahmut Oğulları ailesinden Şakir Bey'in oğluydu. İlk ve orta öğrenimini Divriği'de yaptı. Küçük yaşlarda saza, türküye, şiire merak saldı. Yörede söylenen türküleri öğreniyor, kendince türküler yakıyor, şiir denemeleri yapıyordu. Nuri Üstünses, hayatının baharında son Hicaz Valisi Küçük Mustafa Reşit Paşa'nın kızı Hacer Hanım'la evlendi. Henüz evliliğin pembe günlerini yaşayamadan Askerlik görevi için Divriği'den ayrıldı. Gurbet duygusunu şimdi daha iyi anlıyor ve yaşıyordu. Âşık Kerem'in, Karacaoğlan'ın özlem dolu şiirleri onu daha derinden etkiliyor, türkülere dökülüyordu: "Eşimden ayrıldım yoktur kararım Uçan kuştan haberini sorarım Gece gündüz hasretine yanarım Beni öldürmeyi dövmeli değil, Karadır gözleri sürmeli değil." Muzaffer Sarısözen'in Nuri Üstünses'ten derlediği bu türküyü o yılların ünlü sanatçılarından Erzincanlı Hafız Şerif de plağa okumuştu. Nuri Üstünses, askerlik görevini karargâh yazıcısı olarak yapıyorken 1932 yılında rahatsızlandı. Tedavisi sonuç vermeyince "çürük raporu" verilerek Divriği'ye gönderildi. Divriği'de Kızılay'da görev aldı. Bir süre öğretmensiz okullara giderek geçici öğretmenlik yaptı. Diğer yandan da müzikle uğraşısını sürdürüyordu. 1936 yılında yurdun dört bir yanında 23 Nisan coşkusu kutlanırken, Nuri Üstünses bir başka coşku içindeydi. O gün oğlu Yaşar dünyaya gelmişti. Nuri Üstünses 1930'lu yılların sonunda Halil Bedi Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses ile birlikte derleme yapmaya gelen Muzaffer Sarısözen'le tanıştı. Bu an hayatının bir dönüm noktasıydı. 1940 yılından sonra Muzaffer Sarısözen'in daveti üzerine Ankara radyosuna giderek Yurttan Sesler programlarında konuk olmaya başladı. Nuri Üstünses, 1945 yılında bir bahar günü Divriği'nin "Taşbaşı" olarak anılan yerinde arkadaşları ile eğlenirken, koyunların dereden geçişlerini görmüş ve hemen orada bu türküyü söylemişti: "Dere geçit vermezse Atlarım taştan taşa" 1950'li yıllarda Nuri Üstünses Divriği dışında da tanınıyordu. Anadolu'nun hemen her yerinde konserler veriyor, türküleri plaklara alınıyordu. O yıllarda Türk Halk Müziği sanatçıları şehirleri ile anılıyorlardı. Diyarbakırlı Celal Güzelses, Malatyalı Fahri, Erzincanlı Şerif, Zaralı Halil gibi o da Divrikli Nuri Üstünses olarak tanınmıştı. Nuri Üstünses, yöre türküleri, uzun havaları, mayalarıyla birlikte oyun havalarının da repertuarımıza kazandırılmasına katkıda bulundu. Bunlardan birisi Divriği'nin "Kaşık oyun havası"ydı. Yörede "Kilisenin Bayırına" diye söylenen türküyü Muzaffer Sarısözen Nuri Üstünses'ten derlemişti. Yalnız Kilisenin bayırı, TRT repertuarına girmesi için "Dumluca'nın Bayırı" olmuştu. Nuri Üstünses, yörede unutulmaya yüz tutmuş bazı halk hikâyelerinde söylenen türküleri de repertuara kazandırmıştı. Bu hikâyelerden birisi Kahramanmaraş yöresinde yaşamış Yazıcıoğlu Osman Ağa ile Yörük kızı Telli Senem'e ilişkindi. Nida Tüfekçi'nin Nuri Üstünses'ten derlediği türkü şöyle başlıyordu: "Aşan bilir karlı dağın ardını Çeken bilir ayrılığın derdini" Üstünses İstanbul'a yerleştikten sonra Kızılay'da görev aldı. Fikirtepe Kızılay şubesinde yöneticilik yaptı. Divriği'deki hizmetleriyle birlikte Kızılay'da kırk yılını doldurduğu için Altın madalya ile ödüllendirildi. Sık sık İstanbul Radyosu'na davet ediliyor, yayınlara katılıyordu. 1967 yılında öğretmen olan tek çocuğu Yaşar Üstünses'in mürvetini gördü. Oğlu, Sema hanımla evlenmiş ve bu evlilikten Nurgül ve Mustafa Sencer Üstünses adlarında iki toruna sahip olmuştu. Ne yazık ki 1967 yılında çok sevdiği eşini kaybetti. Bağlama çalan Nuri Üstünses, doldurduğu plaklarda klasik sazlar da kullandı. Eşini kaybettikten sonra üç yıl süren ikinci bir evlilik yaptı. Yüksek tansiyon hastasıydı. 10 Nisan 1978'de felç geçirdi. 18 Nisan 1978'de türkülerini armağan bırakarak aramızdan ayrıldı. Nuri Üstünses'in ölümünden sonra müzik piyasasında eserleri adeta yağmalandı. TRT repertuarında olanlar bile birçok sanatçı tarafından anonim olduğu öne sürülerek plaklara kasetlere okundu. "Beni görüp yüzün öte döndürme Yine benim gönlüm sendedir sende" Sözleriyle başlayan türküsü çok sevilmişti. Ahmet Özdemir


via Sivas Herfene https://bit.ly/40lDwLU

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS

Sivas Atasözleri #SivasAtasözleri #Sivas #Sularbaşı #Bezirci #SivasHerfene #Çayyurt #SivasBelediyesi #Gardaş #Sivaslıyız #EyaletiSivas #Tarihesahipçık #SivasMeydan #Nostalji #EskiSivas #EskiResimler #Çavuşbaşı #Çayiragzi #Alibaba #Bengiler #SivasTarihi #SivasKültürü #SenSivasıSeyret #SivasKalesi

via Sivas Herfene https://bit.ly/3gDp1NT

İstanbul’u titreten Sivaslı Ermeni kabadayı, Ardaş 1910’lu yıllarda özellikle Üsküdar sokaklarında hüküm süren Ardaş, 1886’da Sivas’ta doğar. Koca Mavnacı’yı öldürdükten sonra dikkatleri üzerine toplayan Ardaş, küçük yaştayken Sivas’tan getirilip Selamsız’daki Ermeni kilisesinde bir papaza bırakılır. Neyin nesi olduğu bilinmeyen Ardaş’a nüfus kâğıdı çıkarılırken, baba hanesine kendisini teslim alan Sarkis adındaki papazın adı yazılır. Kilisede büyüyen Ardaş, tüm çabalara rağmen okumayınca, meslek öğrenmesi için bir fırına çırak olarak verilir. Ömer Ünal’ın aktardığına göre, “doğuştan asi ruhlu” olan Ardaş, ilk suçunu fırında beraber çalıştığı Erbaalı arkadaşı Yusuf’u fırıncı küreğiyle yaralayarak işler. Bu olaydan sonra, fırında çalışmayı bırakan Ardaş, 24 yaşındayken Selamsız’daki kilisenin iki papazını yaralayınca artık meskeni sokaklar olur. Papazlara saldırmasının sebebi de kendisine istediği parayı vermemeleridir. Doğancılar’ı haraca kesen Ardaş, bir süre sonra gönlünü Kumkapılı Ağavni’ye kaptırır. Ağavni’nin babası Krikor’un, kızını Ardaş gibi birisine vermek istememesi kendisi için pek hayırlı olmaz. Bir gece Ağavni’nin evini basıp onu kaçıran Ardaş, kızın babası Krikor’u da ağır yaralar. Ardaş, I. Dünya Savaşı’nın ardından Ağavni’yle birlikte yaşadıkları Ümraniye yolu üzerindeki evinden Üsküdar sokaklarını yönetenlerden birisidir artık. Ardaş’a esas şöhreti ise İstanbul’un namlı kabadayılarından Mavnacı Ali’yi “hacamat” etmesi getirir. Rizeli Mavnacı Ali, 1906’da Üsküdar’ın “haracını yiyen” Karamanlı Yusuf’u Üsküdar vapur iskelesinin önünde falçatayla öldürmesinin ardından, 16 yıl boyunca hem Üsküdar’da, hem de Beyoğlu’nda “borusunu öttüren” namlı bir kabadayıdır. Ali’nin Ardaş’ın Üsküdar’da isminin duyulmasından duyduğu rahatsızlık, kendi avanesinden birkaç kişinin Ardaş tarafından dövülmesiyle ayyuka çıkar. 26 Kasım 1920’de, Mavnacı, Ardaş’ı öldürmek için bir tuzak kurar ve onu Kuzguncuk’a çağırır. Fakat hesabı tutmaz ve iki hasım Kuzguncuk’taki Yalı Kahvesi’nin önünde bıçaklarla kapışırlar. Düelloda şans, iki parmağını kaybetmesine rağmen Ardaş’a güler. Sağ el başparmağı ve işaret parmağının kesik olması, polis kayıtlarında en belirgin alameti olarak geçer. Bu kavgadan sonra Üsküdar’ın tek hâkimi olan Ardaş’ın da saltanatı uzun sürmez. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, sevgilisi Ağavni’yi de yanına alıp ortadan kaybolur. AGOS

via Sivas Herfene http://bit.ly/2dz24vt