Ana içeriğe atla

SAYIN MUZAFFER GÜCER HOCAMIZ SİVAS' IN PARKLARINI ANLATIYOR: (Resim: Sivas Lisesi Öğretmenleri Etembey Parkında 1959) ......... SİVAS' IN PARKLARI VE PAŞA FABRİKASI (BizimSivas2.2.2016) Şimdi herhalde, sayıları artmıştır. Bir zamanlar ( 1940 larda) Sivas´ta 4 tane park vardı, birde Paşa Fabrikası. 1- Cıbırlar Parkı: Halen mevcut olan bu park, İstasyon caddesinin, sol tarafından başlayıp, Tan Sineması ve Kale Camiine kadar uzanırdı. Sık ve yüksek boydaki ağaçların gölgelendirdiği bu parka, halk ´´Cıbırlar Parkı´´ derdi. O zamanlar, sinemaya giden gençler, sinema öncesi ve sonrası buluşurlardı. Burada herhangi bir şey satılmazdı. ( Seyyar simitçi ve gazozcular hariç.) Gençler, işsizler, parasızlar, gölgede oturur, sohbet eder ve vakit geçirirlerdi. Onun için buraya Cıbırlar (parası pulu olmayanlar) Parkı denilirdi. 2- Muammer Bey Parkı: Bakırcılar Çarşısı arkasında bulunan bu parka, yapıldığı tarihteki valinin adı verilmiş ise de, halk buraya Millet Bahçesi derdi. Burası çok bakımsızdı. Sadece içinde tek katlı bir kahvehane vardı. Bu gölgelik, serin kahvehanenin yazın önünde, kışın içinde, civardaki esnaf ve vatandaşlar otururlardı. Ramazan geceleri ise, teravih namazını Dikilitaş Camiinde kılmak isteyen cemaat, iftardan sonra burada buluşurdu. Bir gün ramazanda, bizi evlerinde iftara davet eden eniştemle, bende burada oturmuştuk. 3- Kale Parkı: Kaledeki evler yıkılıp, burası düzeltilerek park yapıldı. Bir zamanlar Sivas´ta, bozuk giden işleri için, düzeltilemez diye ümitsizliğe kapılanlara; halk,´´ boşver gardaş, düzeltilmese Kalenin üzeri düzeltilmezdi ´´ diyerek teselli verirlerdi. Ve bu deyim sık sık söylenirdi. Park, güzel oldu amma, o canım, saat kulesi boşuna yıktırıldı. (Bildiğiniz saatlardan değildi, akrep ve yelkovanı yoktu, sadece yarımlarda bir kez, saat başlarında saat sayısı kadar çan çalardı, seside her yerden duyulurdu.) Rahmetli dedem Gambal Osman meraküdeki tarlaları ekmek için gittiklerinde oradan bile çan sesinin duyulduğunu söylemişt. Kalsaydı çok iyi olurdu derim. 4- Ethem Beyin Parkı: Halkın gittiği ve çocukların oynayıp hava aldığı, sevdiği bir parktı. Ethem bey zannımca emekli bir subaydı. Orta boylu, ufak tefek, sevimli bir dedeydi. Yaz, kış takım elbiseli, kravatlı ve fötr şapkalı gezerdi. Bu park, üç kısımdan oluşurdu. Birinci kısımda tek katlı bir kahvehane vardı. İnsanlar kışın içerde, yazın dışarıda otururlardı. Çay kahve içer, nargile fokurdatır, iskambil, tavla, domino oynar, sohbet ederlerdi. Bu kahvehanenin önünde bulunan havuzun fiskıyesinde yazın, toplar bulunur, bunlar yukarı çıkıp aşağı düşerlerdi. (25 yaşından sonra tanıştığım bu toplarla meğer, pin pon (masa tenisi) oynanıyormuş. Bazen de bu topların yerine, üzerinde 2-3 tane biblo gibi tenekeden yapılma kızlar konulurdu. Bunlarda suyun hareketi ile devamlı dönerlerdi. Bunun için de kısa bir mani söylenirdi. ´´Ethem Beyin Parkında, kızlar oynar çarkında´´ Parkı ikinci kısmında, kahvenin önünde bulunan tahta köprüden geçince ırmağın ana yatağı üzerine, yapılmış olan bir regülatör (su seviyesini yükselten, küçük bir baraj) vardı. Bunun arkasında meydana gelen gölete o zamanlar biz çocuklar ´´deniz´´ derdik. Suyun akışına göre sağ sahilde, Yüceyurt ve Çavuşbaşı mahallesi, (şimdiki Mehmet Paşa mahallesine eskiden Çavuşbaşı denilirdi. Abadan camii ve etrafına ise Yüceyurt denilirdi.) sol sahilde ise bu yakanın (Sularbaşı, Akdeğirmen, Çayyurt mahalleleri) delikanlıları yıkanırlardı.Bazen gölü bölüşemediklerinden(!) olacak ki, dövüş kavga çıkardı. Biz yüzme bilmeyenler, gölün derin olmayan, başlangıç kısmında çimerdik. Bu denizin kıyısında, kayıkhane, küçük bir iskele ve bir de kayık vardı. Bu kayığa binen babalar ve çocuklar, gölde bir tur atarlardı. Bir pazar günü kahvenin önünden geçip, yukarı giderken, kahveyi işleten komşumuz eski hakiki kabadayılardan Emrahınoğlu Kemal Emmi beni gördü. ´´ - Hayrola ağa, burda ne geziyon ´´ dedi. –Emmi arkadaşlar salıncağa gitmiş. Ben de oraya gidiyorum dedim. Beni sandalyeye oturtup, bir gazoz ikram etti. (kepenek gazozu) Gazoz bitince, garsonu çağırıp yiyenimi götür, kayığa bindir dedi. Patronun misafiri olduğum için (!) baş tarafa kuruldum ve denizde iki sefer tur attım. Eve nasıl geldim bilmiyorum. Her önüme gelene büyük,küçük demeden ´´- Ben kayığa bindim.Ben kayığa bindim.´´ deyip durmuşum. Bazı geceler rüyamda, kayığa bindiğim oldurdu. Ethem Bey rahmetli olunca park satıldı.Okulda bizden bir ,iki yaş büyük olan Ethem Bey´in torunu, bir gün teneffüste, kayığı ne zorla kırıp parçaladığını anlatmıştı. Bilmem o kayık, Sivas´tamı yapılmıştı? Yoksa, trenle Samsun dan mı gelmişti? Göl birkaç yıl dolu kaldı. Sonra bir asker boğuldu dediler. Bu bahane ile belediye kapakları açtı. Böylece Sivas´ın denizi de kurudu. Önceleri göl yatağı bostan oldu. Sonra evler yapılmaya başlandı. Kısmet olurda birgün yolum Sivas´a düşerse çocukluğumun denizinin şimdiki durumunu görmek isterim. Üçüncü kısım da ise;Parkın üst kısmı daha ziyade anneleri ve ablaları ile gelen çocuklara aitti.Burada,birkaç tane salıncak,´´ çöğlengeç´´ dediğimiz tahtıravalliler, bir de büyükçe döner bir tahta tabla vardı.Bunun üzerine çocuklar oturtulur. Büyükler de çevirir, bizde döner dururduk. Yazın birkaç kere buraya götürülürsek,sevinir ve gidemeyenlere de “biliyon mu biz bugün Ethem Bey´in parkına gittik.” deyip öğünürdük. Allah o güleç yüzlü dedeye rahmet eylesin.kendisi ufak tefekti amma, koskocaman,mangal gibi iyilik dolu bir yüreği vardı. Ne mutlu böyle eser bırakanlara! Bir de Ethem Bey Parkının sol tarafından akan dere miydi? Yoksa Akdeğirmen için açılan bir kanal mıydı? Bunun kenarında bulunan ağaçların arasından,Aaaaaaaaaa!!! diye tarzan taklidi yapan birinin sesi gelirdi. Bizim tarzanın sesini duyardık amma, ne çıtasını( maymun), ne kız arkadaşı Jane´yi ne de filini görürdük. 1980´li yıllarda görev gereği Kocaeli´de bulunurken, bir hemşerimizin lokantasına ufak tefek birisi geldi. Selamlaştık, tanıştık, hoşbeş ten sonra, ´´ Hemşerim, sen, beni tanımadın mı? Ben Tarzan Muzaffer ´´ dedi. Ceplerinden 50 ´ye yakın, eski resim çıkardı. Böylece, 30-40 yıl önce, Ethem Beyin Parkında sesini çok işittiğimiz ancak kendini göremediğimiz Sivas´lı Tarzan ile bunca yıl sonra gurbette tanışmış olduk. Meğer bizim Tarzan, Amerikalıların 1,90 boyundaki iri yarı tarzanları John Weismüller´in yanında çocuk gibi bir şeymiş. 5-Paşa Fabrikası: Burası, piknik alanı ve mesire yeri idi. Şehirden 4-5 kilometre uzaklıkta olduğu için, yazın gençler, birkaç arkadaş buluşup, yürüyerek gider, gelirdik. Aileler ise,sabahleyin ,faytonla gider, akşam yine, gelen faytonla dönerlerdi.Sivas´lılar dışardan gelen misafirlerini, mutlaka buraya götürürlerdi. Burada yaz,kış açık olan bir lokanta vardı. Yazın, dağ tarafındaki, ağaçların altına birçok aile, çadır kurar, adeta, yaylaya çıkarlardı. O zaman, buralara çadır sakinleri ile misafirleri dışında, kimse girmezdi. Ailelerin rahatsız edilmesi ayıptı. Bizlere,türküyü sevdiren öğreten ve söyleten ustaların ustası, şehrimizin yetiştirdiği değerli insan Muzaffer Sarısözen´de bazı yıllar buraya çadır kurardı. Bu çadır sahipleri,ihtiyaca göre haftada 1-2 sefer şehre inip, alışveriş yaparlar, şehre yürüyerek gelseler bile faytonla dönerlerdi. Burada eskiden,bir un fabrikası varmış. Sonradan Sivas´a elektrik temin etmek için buraya hidroelektrik santralı yapılmış. Santralın yukarısında bir su toplama havuzu vardı. Gündüz santral tek türbin çalıştığından, artan sular burada biriktirilir, karanlık çökerken takviye olarak santrala verilirdi. Daha sonraki senelerde, şehirde elektrik abonesi sayısı artınca akşamları voltaj iyice düşmeye başlardı. Cer Atölyesi elektrik santralinden takviye akım gelir, aydınlanma normale dönerdi. Paşa Fabrikasından, yukarı doğru çıkınca, sol tarafta bulunan tepenin üstünde,bir mağara vardı. Fabrikaya giden gençler,mutlaka bu mağaraya çıkardı. Adına bilmem nedense Köroğlu Mağarası denilirdi. Yukarıdan 5-6 basamaklı taş merdivenle inilip. önündeki açılan yerden içeriye girilirdi. İnerken çok dikkatli olmak gerekirdi. Bizim zamanımızda adı Paşa Fabrikası olan bu yere, geçmişinden koparmak için olsa gerek sonradan belediyece Paşabahçe denilmiş. Son zamanlarda, şehre sonradan gelenlerin sıkça yaptıkları gibi(!) belediyede bu kültürel zaafa ortak olmuş. Halbuki mekanların eski isimleri, şehrin kimliği ve geçmişi hakkında çok şeyler söylüyor. Çocukluğumuzda Paşa Fabrikasında tavuzkuşları dolaşırdı. O günleri hasretle yad etmekteyim. İyi günler, dilerim. Buradan sılaya selamlar. Mustafa Çılga ağabey paylaşımıdır .


via Sivas Herfene http://bit.ly/2mqUF5p

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS