Ana içeriğe atla

Bir Türkü Hikayesidir, Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını

BİR TÜRKÜ HİKAYESİDİR Aşan bilir karlı dağın ardını TRT repertuar no:919 Divriğili Nuri Üstünses'ten Muzaffer Sarısözen derlemiş Okuyan memleketimizin değerli TRT THM sanatçısı Ahmet Turan Şan Her biri bilinmez bir mezar şimdi. Mezar taşları ürpertir, ürkütür insanı. Ama beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vücutları, yüreklerinin çektikleri, katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hep. Mezar taşlarından daha fazla. "Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu'yu" demiş ozan. Demiş ya! Ne yürekten demiş, ne doğru demiş. Anadolum benim. Günde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuz. Gam ile dert ile yoğrulduğumuz. Gök gözlü, güneş yüzlü, derin sözlü, yarım özlü. Ekmeğini el ile paylaşan, Çarşamba'sını sel alan, sevdiklerini el alan. Kor yürekli, demir bilekli, başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı, sadık, vefakar, örük saçlı, uzun boylu yapalakların, tuğ sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların, efsanelerin, lav gibi fışkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların, beylerin, ozanların ve dillere destan aşıkların diyarı Anadolum. Anadolum benim. Kerem ile Aslı'sı var, Ferhat ile Şirin'i var, Leyla ile Mecnun'u var, Elif ile Mahmut'u, Sürmeli Bey'i, Şah İsmail'i, Sümmani'si var. Dil hangi birine döner, yürek hangi birine katlanır. Ve kalem hangi birini yazabilir. Yazıp da başedebilir ki. İşte Senem ile Yazıcıoğlu da bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor yığınından sadece ikisi. Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökçe gelinler ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneşin kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti. Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardı. Ama yol bitmiş sınırın hemen yanıbaşındaki konak yeri Yapalak görünmüştür. Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayıp indi. Arkasında uzanan kervana dur etti ve bağırdı. "Konak yerimiz buradır. Atlar bağlana, denkler çözüle, tez elden çadırlar kurula, Allah hayıra getire dedi." Yiğitler atlarından, gelinler tülü mayalarından indiler. Birkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir attan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yere. Altına kilim serildi. Üstüne gölgelik çekildi hemen. Bağdaş kurup oturdu genç yörük kızı yere. Omzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydi. Belinde gümüş saplı bir hançer takılıydı. İran ipeğindendi tüm giysileri. Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştı. Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanın bir daha baktığı, görenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu. Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış, böyle bir ceylana rastlamamışlardı. Yayla böyle bir güzel görmemişti. Tez elden çadırlar kuruldu. Atlar kuzular koyunlar çayıra salındı. Beyin siyah çadırından geniş obası kuruldu. Tüfekler, sazlar asıldı çadır direklerine. Ay orta yere gelip dolandı. Mehtap bir uçtan bir uca ışığıyla doldu Yapalak'a. Yörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini. Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır'a yörüklerin gelip yerleştikleri. Adettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdi. Birkaç ay kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdi. Hoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi. Ağa yanına bölge büyüklerini toplar, kadınını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu. Yine öyle oldu. Tanır'ın şanlı Bey'i Yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarına da oğlu Osman'ı katıp hoşgeldine gönderdi yörük içine. Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına yerliler. Yörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleri. Koşup ağaya haber verdiler. Kara çadırından önce ak saçlı yörük beyi, ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktı. Bir hançer gibi dikildi karşılarına. Başı yularda iki eli böğründe, daha buyrun diyemeden, ziyaretçilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osman'a takıldı gözleri. Bir yıl gibi sürdü, ikisi için de bu bakışlar. Bakıştılar. Buyrun dedi yörük beyi. Yanında hala, yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndü. Senem dedi: - "Atı tut kızım". Koştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin beyi ile hanım ağasının atının yularına sarıldı. Kadın da Osman da indiler atlarından. Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdular. Hoş geldiniz edildi. Kahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı. Ama iki gencin aklı ve gözleri bir an bile ayrılmadı birbirlerinden. İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit. İşte diyordu Yazıcı oğlu Osman'a. Yazıcı oğlu Osman'da, baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine. Akşama kadar kalındı yörük yaylasında. Geniş sofralar yazıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildi. Ama Senem ile Osman bir kere düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerine. Akşam yörüklerden ayrılıp Tanır'a doğru yola çıktıkları zaman, Osman yüreğinden bir parçanın Yapalak'ta kaldığını hissetti. Senem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildiğini sandı. Günler akıp geçti. Ne Senem, ne de Osman unutamadılar birbirlerini. Bir bahane bulup, yeniden gidemedi Osman yörük çadırına. Senem obadan dışarıya ayak atamadı. Ama seven yürek neler etmez ki, her şeyin çaresi bulundu. Bir yörük kadını yardım etti bey kızına, Bey oğlu atlayıp atına, Senem'e koştu. Ay ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri, daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine. Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamı. Senem de Osman da aynı ateşte kavruldular. Senem seviyordu ama çaresizdi. Biliyordu ki babası obadan dışarı kız vermezdi. Töreler böyleydi. Osman düşündü, bir yörük kızını eve almazdı babası. "Kaçalım" dediler bir gün. "Yok" dedi Senem. "Kaçalım" dedi oğlan, "yok" dedi Senem. "Ben böyle bir ateşle yana yana ölürüm de kaçmam". Kaçıp yere yıkmam başını babamın. Babamın başını yere yıkamam. Başka çare yok. Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak, ağır kuvvetli Yörük beyine bir dünür kafilesi gerekti. Bir yiğit sararıp solar erir gider de, bir bey kadını hatun anası hissetmez mi. Gayrı sordular, Osman anlattı. Bir tek oğlanın derdine çare bulmak, onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı babası. Etraf çevrelerden ağalar toplandı. Dünür kafilesi ve hediyeler hazırlanıp vardı yörük ağasına. Bir sevinç, bir umut düştü içine Senem'in, bir sevinç doldurdu içini, Osman Ağa'nın. Ne kaldı ki aha bugün olsa, yarın kavuşuverirler. Birbirlerine yakışan nazarlık bir çift olular. "Allah'ın emriyle" dediler, kızını istediler. "Allah yazdıysa biz ne edek velakin obamızın kanunları vardır. İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün izin verin düşünelim, iletiriz kararımızı. İsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola, böyle bir beyin gelini ola. Ama töreler!" dediler. Umut içinde döndü dünür kafilesi. Bir yangın düştü içine yörük beyinin. Ama ölür de törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi. Fakat bu çevrenin en güçlü adamı dünür geliyor. Vermezlerse basarlar obayı, alır kaçırırlar kızı. "Onlar basmadan biz kaçmalıyız" dedi, oba yaşlılarına. Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandı. Senem'in içi kan ağlıyor. Bir ölüden farksız. Tüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler Yapalak'tan. Bir gecede toplandılar gittiler. Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayı. Bin yerinden hançerlenmiş gibi inledi yıkıldı, bir ölüden farksız oldu Osman. Her yana haberler salındı, sözcüler gönderildi. Aylar yıllar sürdü bu arayış. Ama ne yörük kervanının izine rastlandı, ne de Senem'den bir haber alındı. Yıllar geçti aradan, yandı yıkıldı Osman, ama Senem'den bir haber alamadı. Talihi her gün biraz daha karardı. Bir düğünde bir gözünü kaybetti. Değen saçmalarla birlikte anası babası öldü. Günler yel gibi geldi geçti. Onun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem'i. On yıl, yirmi yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senem'den. Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; Köyün çerçicisi bir Ermeni vardı. O geldi koşarak yanına. "Ağam" dedi! "Ağam kurban olam, haberler ne ki, haberler. Desem yıkılır mısın yoksa sevinir misin.? Eski bir yaraya tuz mu atarım." "Anlat" dedi Yazıcıoğlu. "Anlat hele ne istersin. Haberin hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git." "Kozan'daydım" dedi Ermeni çerçi, "Mal satardım. Açmış oturmuştum metamı, buğday almış kumaş verirdim. İki büklüm bir ihtiyar geldi yanıma. Saçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın. Oğul dedi nerelisin? Tanırlıyım ana dedim. Osman Ağa'yı bilir misin dedi. Bilirim elbet dedim. İnsan köyünün ağasını bilmez mi?" "Kuşağından bir çıkını çıkarttı. Aha bu lapatanı elime tutuşturup, Osman Ağa'ya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir. Kimseye yar olmamıştır. Bir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır de. Ama gayrı her şey geçti. Gelip aramaya, arayıp sormaya de. Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana. Gayrı sen bilirsin" dedi Ermeni çerçi. Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandı. Osman Ağa'nın içinde kaynar bir şey aktı. Altınlar tarlalar verdi Ermeni çerçiye. At hazırlattı, yanında iki adam düştü Kozan'ın yoluna. Osman Ağa Senem'le buluştu mu bunu bilmiyoruz ama, Maraş'ta Tanır da. Toros'larda, Avşar illerinde ne zaman bir düğün kurulsa, önce Osman Ağa'nın aldığı haberden sonra söylediği türküyü söyler kadınlar erkekler. Yankıları Torosların Binboğaların ötesine doğru yanık bir ses, yanık bir yürek. Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar gençlere Senem ile Yazıcıoğlu Osman'ın sevdalarını anlatırlar hep. Aşan bilir karlı dağın ardını Çeken bilir ayrılığın derdini Bülbül kaça aldın gülün narhını Gül alıp satmanın zamanı değil Selvinin dalları boyundan uzun Yavrular gözüme bir salkım üzüm Ölmeden o yari görürse gözüm Koyun kuzu kurban olur o zaman Yaprak gazel olmuş durmuyor dalda Vefasız güzelden bize ne fayda Bu ay da olmazsa gelecek ayda Ölürüm vazgeçmem sevdiğim senden Nuri Üstünses Divriği Hikaye kaynak site http://bit.ly/2Xxy61v
from Sivas Herfene http://bit.ly/2SCh2DL
via IFTTT

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS