Ana içeriğe atla

Sivas'ı bir kış boyu, kasıp kavuran çat ayazların, dondurucu soğukların haberini getiren sonbahar rüzgarları, her yıl olduğu gibi bu yılda, ekim ayının dokuzunda yaprak dökümü dediğimiz fırtınaya dönüşüp, Sivas üzerinde esmeye başladı. İlerlemiş yaşının verdiği alışkanlıkla, komşumuz lalazların Halil Emmi nedense? Her sene ağaçlardaki sararmış yaprakların dökülmelerini meraklı bakışlarla izlerdi. Ona göre yapraklar eğer üst dallardan dökülüyorsa bu seneki kışın çok sert, eğer ki alt dallardan dökülmeye başlamışsa ılıman kış geçeceğinin hükmüne varır, kışın ahır sekilerinde, mahalle odalarındaki sohbetlerde, bilmiş bir ağızla; ben söylememişmiydim diyen Halil emmi, sonbaharda yaptığı tahminin Kışın onaylanması onurunu yaşardı. İlk düşen karla beyazlara bürünen Kardeşler dağını aşıp ta Sıcak iklimlere doğru uçan göçmen kuşlar sonsuzlukta kayboluncaya kadar hüzünlü bakışlarla takip eden büyüklerimiz, Elikulağında dedikleri kar, bugün değilse yarın Sivas'a düşer hesabı ile, kış hazırlıklarına başlardı. Öncelikle sandıklardaki bohçalardaki kış giyeceklerini çıkaran analarımız, eski urubalarımızı giyecekler?? teker teker gözden geçirdikten sonra, sökük olanları diker, yama yapılması gerekenleri yamardı. Geçmişten gelen tasarruf geleneğinin vermiş olduğu alışkanlıkla da, kendi kendisine konuşur yenisini almanın hiç gereği yok, bu kışda bunlarla idare ederiz derken, müsrüflüğün üzerine bir çizgi çeker, gelecekte ne olacağı bilinmeyen zor günlerin hesabını yapardı. İlk baharda dolaplardan birine veya sepetlerle doldurulan, evin onca horantasına halkına ait. Cizlavut marka kara lastikler, yemeniler, sandallar, şoşonlar, Kopcalı kısa lastik çizme,Kunduralar, Mesler, sandıktan, sepetten çıkarılır, evde böylesi işlere eli yatkın biri tarafından onarılır, Katipoğlu dede, Kazım Usta , Bölükemmi, Kadir Emmi, Tamirci Hınım İbo, Kaleboynulu Şemşet usta; denilen lastiklerin tabanlarına, silikon denilen bir madde ile uygun bir yama yapıştırır, karda, buzda kaymaması içinde, yapıştırılan yamalara kırtiş açardı. Meslerin yemenilerin yırtık yüzlerine yapılan yamalar kaba olsada, yinede bir kış giyilebilecek bir duruma getirilmiş olurdu. Zaman zaman büyüklerimiz; Dünya ahvalinden malumat, Bilgi sahibi olabilmek için haftada onbeş günde bir genelde Köroğlu isimli gazeteyi alırlardı. O zamanlar gazeteye Ceride derdik. Okunan gazeteler zayedilmez, okula giden öğrencilerin kitap yüzlerinin ciltlenmesinde, kırılan camların yenisi takılıncaya kadar pencerelere yapıştırılmasında kullanmak için saklanırdı. Güz mevsimi geldiği zaman, büyüklerimiz dört sayfadan oluşan bu eski gazetelerden iki üç tanesini beş santim kadar genişlikte keser, karmış oldukları un veya çiriş denilen bir madde ile kapıların tahta aralarına, pencerelerin ek yerleri ile pervaz aralarına bu gazete şeritlerini yapıştırır, sözüm ona, soğukla mücadelede yenik düşmemek için, günümüz deyimi ile, enerji tasarrufu için tedbir alırlardı. Genellikle evlerimizdeki oda kapıları, bugünkiler gibi kulplu kilitli değildi. Ya kapı tahtasına tutturulmuş ağaç bir elcek veya telden kıvrılmış halkayla kapıyı açıp kapatırdık. Ayrıca kapı ile söve arasındaki takoza bir meşin parçası çakılır, kapının sıkı sıkıya kapanması sağlanırdı. Daha önemlisi; dış kapının üst sövesine çakılıp sarkıtılan bir kilim eve soğuk girmesini engellerdi. Analarımızın şükür kurtulduk, odada bir genişledi ki, memnuniyet ifade eden sözleri ile, ilkbaharda kaldırılıp, odunluğun veya çatı katlarının bir köşesine muhafaza edilen, Odun sobası, Soba boruları, soba tahtası, Mangal, Maşa, Köz tavası, Gelberi, Çemberden yapılmış mangal kafesi, ufacık el körüğünden oluşan soba gereçleri teker teker incelenip kırığı çıkığı onarıldıktan sonra evlerin alt katlarındaki odaya getirilir. Buraya kış odası denilirdi. Kerpiçten örülmüş bir metreye yakın kalınlıkta olan bu odanın duvarlarına ana duvar derdik. Bu adaların pencereleri genellikle çift çerçeveli olurdu. Zaman zaman ters esen rüzgarla soba tüttüğü için tavana kadar islenmiş duvarın soba deliğine, ilkbaharda yapıştırdıkları gazeteyi parmağı ile delip soba borusunu taktıktan sonra boru ile delik arasındaki boşluğa kiremit parçalarını sıkıştıran babam, Allah ağız tadı ile yakmayı nasip etsin dileğinde bulunmayıda ihmal etmezdi. Çok bilmiş bir ağızla da, Sivas'ta en iyi pıhariyi baca çavuşbaşılı Şükrü ustanın, kayseri kapılı Halil ustanın, Ali ustanın, Hüseyin ustanın, Sağır Nişan'ın, kireçci Ziya ustanın, Hamit ustanın, Kıtıl Mahmetin, Gödek Mustafa'nın yaptıklarını söyler, metihlerini yapardı. Büyüklerimizin; akşam sabah eli kulağında dedikleri kar, Sivas'a düşünceye kadar, gecenin hafif soğuklarında korunmak için, kış devlüğü görülürken alınan bir iki eşek yükü meşe kömürünün yakıldığı mangallarda hem yemek pişirilir, hemde ısınılırdı. Nihayet; birkaç gün aralıksız yağan kar, Sivas'ı teslim alır, şehrin sokaklarında yol iz kalmayınca yaşantı evlerin dip odalarına çekilirdi. Pıharilerden çıkan sobaların dumanı ise isteksiz arzularla üşüyen gökyüzüne doğru yükselmeye çalışırdı. Sivas'ın uzun kış gecelerine, akşamın karanlığı çöktüğü zaman, eş dost ziyaretlerine, mahallelerde açılan oda toplantılarına, sıra gezmelerine, ahır sekilerindeki sohbetlere katılmak için bu kış geceleri bir vesile sayılırdı. Sıkıcı günlerin gasvetinden birkaç saatliğine de olsa değişik bir ortam yaşamak arzusu ile, gece misafirliklerine de gidilirdi. Kaynata, Kaynana, gelin ve torunlarla birlikte en az on kişiden oluşan ailenin, en güçlü erkeği öne geçer, elinde tuttuğu fanusun İçince mum yanan fenerin titrek ışığında karlara bata çıka iz açar, tek sıra halinde yürüyenlerse nefes nefese onu takip ederdi. Oğlunu düşe kalka takip eden yaşlı nine gerilerden, "bire oğlum adımlarını biraz seyrek at, adımım adımlarıma denk gelmiyor, habire kara saplanıp düşüyorum" Bağırtısı, sokaklardaki gece ayazının sakinliğinde yankılanırdı. Kafiledekilerin başları omuzlarının içine çekilmiş, eller cepte soluk soluğa yürüyen erkekleri takip eden kadınlar; o zamanlarda erkeklerin dışarıda çocuklarını kucaklarına alıpta taşımaları ayıp sayıldığı için, çocukları devamlı kadınlar taşırdı. Bu sebepten kocalarının onurunu her şeyin üstünde tutan kadınlar, sırtlarına, kucaklarına aldıkları çocuklardan dengesini tutturup düzgün adım atma çabası verilirken, dişleri arasına alıp sıkıştırdıkları bürüklerinin uçlarından tutan çocuklarsa düşe kalka analarını takip ederdi. Zaman zaman gerilerden bir çocuğun, "Abaa, Anne, Ana bızım geldi" çığırtısına "ula oğlum şimdi çişin sırasımı?" derken bir taraftan da oğlunun uçkurunu çözerdi. Önü açılan çocuk, kar üzerine sarı renkte anlamsız şekiller çiziktirirken, kafile mola vermek mecburiyetinde kalırdı. Bızlamasını bitiren çocuk tumanını yukarı çekerken, bir diğer çocuğun düştüm abla; bağırtısına, babıya düşesin! Diyerek koşar, üşüyen elleri ile çocuğu kaldırıp, üzerindeki karları silkelerken, Ay ışığı bu insanlara hüzun dolu gölgeler bırakırdı. "Burası Sivas gardaş günüm dünümden kara/ Nasipte varsa eğer, kavuşuruz bahara?" Baba gamdolu gözlerle gökyüzünde parlayan yıldızları inceledikten sonra, yarınki havanın çok ayaz olacağı hükmüne varır. Kaçak tütünden zurna gibi sardığı dudakları arasındaki sigarasından birkaç defa derin derin nefes çekerken gerilerde kalan gelinlerinin, torunlarının düşe kalka yürümelerine acıyarak bakardı. Nihayet, has dostu, çocukluk arkadaşı, Çayırağzı mahallesindeki Melik Acem kümbetinin karşısındaki Çekem Memet Demiralp'ın dokuz oğlu evine kaplumbağa yürüyüşü gibi atılan adımlarla anca yarım saatte gelebildiler. Baba; endişe ve merakla ya evde değillerse? Diyerek, çift kanatlı kapıya bağlanmış eski zaman işi iri pirinç halkalardan biriyle kapıya birkaç defa vurduktan neçe sonra, gerilerden gürbir erkek sesi kimoo! Diye bağırırdı. Biz geldik, yoksa yattınızmı gardaş? Sualine, arkadaşı, memnuniyet dolu bir seda ile ne yatması bu saatte yatılırmı gardaş! Diyordu.İdare lambasından sızan fersiz ışığın aydınlattığı avludan geçen misafirleri hoşnut bir yüzle içeri nuyur eden olgun çağdaki evin hanımı bir yandan yere serilmiş yatakları alelacele topluyor, çocuklarını uyandırmaya uğraşırkende, vallaha ne iyi etinizde geldiniz, uşakların yalnızlıktan canları sıkılıp yattılar. Bizde herüfünen camın önünde oturup karın yağışını seyrediyorduk diyordu. Makatın baş köşesinde oturan misafirlere, tekrar hoş geldiniz diyen evin hanımı, kısılan gaz lambasının fitilini ayarlayıp odanın içi aydınlanınca, en az yüzeli senelik antik tavanın kalem işi oymaları, ışıkla daha bir belirginleşip daha bir göz alıcı olurdu. Lamba şavkının daha çok aydınlattığı kıble yönündeki pencerelerin duvardaki boşluğuna takılmış, beyaz kılıfı içindeki Kuranı Kerim, sağ taraftaki çivide askerdeki oğlunun gönderdiği mektuplarla, Evimize bereket getirsin inancıyla bir diğer çiviye takılmış memecim giliği, o duvarın dekorunu tamamlıyordu. Yorgun ve hassas bir ruhun acılarını, mutluluklarını, beklentilerini, her kirkit vuruşun anlamlaşarak desene dönüştüğü sabırla dokunan bir Şarkışla kilimi yere serilmişti. Mereküm dağı'nın ot ve kökleri ile boyanıp dokunmuş, eskidikçe renkleri daha çok parlayan ecdat yadigarı Sivas halısı ile yastıkların üzerine çekilen dantel ve kaneviçe işlemeli ak patiska makatın görüntü vasfını zenginleştiriyordu. Pirinç mangalın üzerine oturtulmuş cezvedeki kahve yavaş yavaş kaynarken, zincirli duvar saatinin yorgun tiktakları odanın sigara ile kahve kokan havasına karışıp, antik tavana doğru uçuşuyordu. Sobaya doldurulan bir kucak meşe odunu, odanın sıcaklığını tebdil ederken, çocuklar üç basamakla çıkılan Sofa yönündeki; açıklığı tırabızan dediğimiz parmaklıklarla emniyete alınmış Kızlar sekisindeki yerlerini almışlardı. Birbirleri ile epey müddet cebelleşen, boğuşan çocuklar, daha sonra hangi oyundan başlayacaklarına karar verirlerken, hoş geldin kahvelerini yudumlayıp koyu bir sohbete dalan yaşlıları edeple dinleyen gençlerse, bilgi dağarcıklarını zenginleştiriyorlardı. Hizmet ve cömertlik tasnifinde geri kalmamayı ilke edinen evin hanımı; sandığında sepetinde ne varsa, tabaklar dolusu, üzüm, pestil, dut, leblebi, ceviz gibi kuru çerezlerle siniler donatır, Mangalda çörekler ısıtılır, sulanan yufkalarla, kıyma, küp peyniri düremeçi yapılıp yenilirken, kışlık yoğurtan özenen çalkama, ayran kalaylıbakır maşraplarla su tası içilirdi. Kızlar sekisindeki çocuklar: Turp kalktı şalgam yattı. Aç kilit, Elel epenek oyunlarından sonra, Büyük annenin tatlı bir lisansla anlattığı en az yarım saat süren masalı, merak ve heyecanla dinlerken, Masal; gökten düşen hayali üç elma biri anlatanın, biri benim, biride dinleyenlerin payına düştü diyen büyük anne hikayesini tamamlardı. Daha sonra çocuklar kendi aralarında, Sıra türküleri, tekerlemeler söyler bilmeceler sorar. Bir evde kaç kız kaç oğlan var sorularına cevap bulmaya kafa yormaya çalışırken, önlerine konulan tabaklar dolusu çerezlerin farkına bile varmazlardı. Yaşlılara gramafonda çalınan taş plaklardan dinledikleri, şarkıların, türkülerin, gazellerin, kasidelerin içli ve hazin nameleri yufkalaşan yüreklerini kabartırken gamlı gamlı el sallatırdı. Gençlerse, yaşlı bu insanların yüreklerinin içli duygularla dolu olduklarını bilmedikleri için, bunları merak ve anlamsız bakışlarla seyrederlerdi. Kızlar sekisindeki minderlerde, uykuya yenik düşüp uyuyakalan çocuklar, rüya alemlerinin yemyeşil bahçelerinde beklide özledikleri baharı yaşıyorlardı.Dondurucu soğukların hüküm sürdüğü Sivas'ın ıssız sokaklarında, in cin top oynarken gecenin geç saatlerine kadar devam eden gönül sohbetlerinin de, sonlarına gelinmiş, yemeler, içmeler, sohbetler ve oyunlarla akıp giden zaman haylı ilerlemişti. Son içilen kahvelerin hitamında, uyuyan çocuklar yine ablaların, annelerin sırtlarına kucaklarına alınır, üşümesinler diye, üzerlerine bir çocuk yorganı veya atkı örtülürdü. Fanusun mumu ev sahibi tarafından tazelenir, tatlı dil hoşnut bir ifadeyle yine buyurun yine bekleriz dilekleri ile dış kapıya kadar yolcu edilirdi. Dışarıda insanların iliklerine kadar işleyen dondurucu rüzgar şehrin ıssız sokaklarında hükmünü sürdürürken, günün akşam saatlerinde başlayan kar, tipiye dönüşüp hala yağmaya devam ediyordu. Kafile ise Şeyh Çoban mahallesindeki, tek katlı toprak bacalı karşılıklı evlerin oluşturduğu daracık Evliya sokağında, zorlukla atabildikleri adımlarla, dizlerini aşan kar birikintilerine, taze izler aça aça evlerine ulaşmaya çalışıyordu. Arayıcı gözlerle çevreyi kolacan eden pasvatların ??mahalle bekçisi?? bir yürek ateşinin feryadı gibi öttürdükleri düdük sesleri ise, yakıcı bir çığlık misali; Sivasın üşüyen gecelerine güvenilir ve muhabbet dolu sokulucu bir sıcaklık bırakıyordu. Burası Sivas Gardaş günüm dünümden kara, Nasipte varsa eğer kavuşuruz bahara ? KADİR ÜREDİ


via Sivas Herfene http://bit.ly/2qWkGAd

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS