Ana içeriğe atla

ÂŞIK DERDİMEND ANA (Fatma Oflaz) Ahmet ÖZDEMİR Yazıma bugün Âşık Derdimend Ana’nın ölüm yıldönümü diye başlasam, pek çoğunuz “Derdimend” de kim diyeceksiniz. Lütfen YouTube’a giriniz ve “Emanet Etmişsin Geldi Selamın” diye yazınız. Onlarca sanatçının sırallandığını göreceksiniz. Size bu türküyü ilk söyleyen Musa Eroğlu’dan dinlemenizi tavsiye ederim. “Emanet etmişsin geldi selâmın Gül yüzlü cananım aleyküm selâm Aldım tazim ile bu beng ü lâlım Ey şah-ı cihanım aleyküm selâm Mürüvvet umarım efendim senden Uğruna geçmişim can ile tenden Demişsin gedâma selâm et benden Ey şah-ı cihanım aleyküm selâm Boynuma geçmeden aşkın kemendi Neden ağlatırsın bu Derdimend’i Dosta selâm salmış efendim kendi Ey şah-ı cihanım aleyküm selâm” Bu türküyü duygulanarak dinlerim. Birçok nedenden duygulanırım. Bunlardan biri, bu türkünün, okuma yazması olmayan bir kadın halk şairinin olmasından. Oç şair Âşık Derdimend Ana. Asıl adı Fatma Oflaz. 1894 yılında Kangal’da doğmuş. Babasına Vanlızade Ali Efendi diyorlar. Dedesinin adı da Mehmet’miş. Derdimend Ana’nın hayatı ve şiirleri Değerli bilim adamı Doğan Kaya ve Serhat Sabri Yılmaz tarafından kitap haline getirildi. Kangal Belediyesi Kültür Yayınları arasında çıktı. Kitabın ilk bölümünde Derdimend Ana’nın hayatı yer alıyor. Daha sonra “Aşıklığı” ile “Şiir Dünyası, şekil, tür ve tematik özellikleriyle ele alınmış. Arkasından seksen civarında şiiri sıralanmış. Eklenen Derdiment Ana’ya ilişkin belgeler ve fotoğraflar kitabın artı değeri olarak karşımızda. Bu kitaba can veren bir emektarı daha var: Derdiimend Ana’nın hayr-ül halef torunu Hasan Oflaz. Yıllar önce bir belgesel çekiminde konuğu oldum. Şimdi ören yeri olan Derdimend Ana’nın yaşadığı yerde hayatı ile ilgili çekim yapmıştık. O zamanlarda Hasan Oflaz büyük annesinin şiirlerinin kitap haline gelmesi için çırpınıyor, onları toplayıp dosyalıyordu. Âşık Derdimend’in dertliliği henüz beş yaşlarındayken başlıyor. Babası genç bir kızı kaçırıp Derdiment’in annesi Zeynep’in üzerine eve getiriyor. Bu yetmezmiş gibi, kadıncağızı gözünün yaşına bakmadan kapının önüne bırakıyor. Fatmacık, babasının yanında kalıyor. Kısa bir süre mahalle mektebine veriyorlar. Burada Kur’an öğreniyor. Ama öncelikli görevi, analığının peş peşe doğurduğu çocuklarının beşiklerini sallamak oluyor. Üvey anası bunu da Allah yarattı demeden etmediği zulmü bırakmıyor. On beş yaşındayken Fatma’yı Kangal’da Mehmet Emin adında bir gençle evlendirmişler. Fatma hayatının baharında Mehmet Emin’den üç çocuk doğurmuş. Böylece yedi yıl geçmiş. Çileli geçen çocukluğunun acısını yeni unutmaya başladığı sırada, “Seferberlik” demişler ve kocasını askere götürmüşler. Gidiş o gidiş. Mehmet Emin cephelerin birinde şahadet şerbetini içmiş. Künyesi gelmiş. Fatma Oflaz o günlerini şöyle anlatmış: “Uzun süre döğündüm, dizden oldum. Ağladım, gözden oldum. Belki avunurum da unuturum diye, bir yıl sonra Hacı Yusuf ile evlendim.” Gerçekten Fatma Oflaz’ın sol gözü görmez olmuş. Kimsesizlikten malını mülkünü de elinden almışlar. Aslında bırakın avunmayı evlenmeye mecbur olmuş. Mehmet Emin’den olan üç çocuğu salgınlara, yokluklara dayanamamış ölmüş. Hacı Yusuf’tan da yedi çocuk doğurmuş. Bunlardan yalnız biri sağ kalmış. Derdimend, haksızlıklara eskiden beri baş kaldırmış. Örneğin, 1946 yılında karne ile gaz dağıtılırken, Kangal Belediye Başkanının kendisine az gaz vermesine içerlemiş ve şöyle demiş: “…… Haberim yok desen ne demek olsun Liste mevcudatı manaya gelsin Âlâ edna herkes müsavi olsun Milletvekilisin sor nizamızı Gazın yoksuluyuz maaşın bayi Hisseyâb harici olduk enayi Dokuzar litredir âlemin şayi Dört litre yazdın sen gazımızı. ……..” Derdimend 1964 yılında katıldığı Sivas Aşıklar Bayramı’nda Aşık Veysel’le tanışmış. Onunla sohbet etmiş. İltifatını görmüş. Gecenin tek hanım şairiymiş. Onca erkek âşıklardan geri kalmamış. Yaşına, giyimine kuşamına bakıp dudak bükenlere meydan okumaktan geri kalmamış: Âşık ne sorarsın benim halimi Sivas’ta Meydanı açtım da geldim Pirler masasına sundum elimi Serian bir bade içtim de geldim …… Ana doğumundan Kangal'dır yurdum Ben nefsine hâkim olan bir ferdim Senin gibi birkaç budala gördüm Dünyanın dört çapın ölçtüm de geldim Ne zekât topladım ne de fitire Beyhude dalmayın yanlış fikire El açıp durmuşum Hamdü şüküre Hasmımın kefenin biçtim de geldim Derdimend'im daim şahane gezdim Nice muammalı manalar çözdüm Ümmiyem velâkin kalbime yazdım Lisanımdan gevher saçtım da geldim Derdimend seksen altı yaşındayken 9 Kasım 1980 de vefat etti. Kangal’da defnedildi. Kangal’da Âşık Derdimend’i Yaşatma ve Kültür Derneği bulunuyor. http://bit.ly/2OkMN58 Ahmet Özdemir hocamızın yazısıdır.


via Sivas Herfene http://bit.ly/37GqOgD

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS

Sivas Atasözleri #SivasAtasözleri #Sivas #Sularbaşı #Bezirci #SivasHerfene #Çayyurt #SivasBelediyesi #Gardaş #Sivaslıyız #EyaletiSivas #Tarihesahipçık #SivasMeydan #Nostalji #EskiSivas #EskiResimler #Çavuşbaşı #Çayiragzi #Alibaba #Bengiler #SivasTarihi #SivasKültürü #SenSivasıSeyret #SivasKalesi

via Sivas Herfene https://bit.ly/3gDp1NT

İstanbul’u titreten Sivaslı Ermeni kabadayı, Ardaş 1910’lu yıllarda özellikle Üsküdar sokaklarında hüküm süren Ardaş, 1886’da Sivas’ta doğar. Koca Mavnacı’yı öldürdükten sonra dikkatleri üzerine toplayan Ardaş, küçük yaştayken Sivas’tan getirilip Selamsız’daki Ermeni kilisesinde bir papaza bırakılır. Neyin nesi olduğu bilinmeyen Ardaş’a nüfus kâğıdı çıkarılırken, baba hanesine kendisini teslim alan Sarkis adındaki papazın adı yazılır. Kilisede büyüyen Ardaş, tüm çabalara rağmen okumayınca, meslek öğrenmesi için bir fırına çırak olarak verilir. Ömer Ünal’ın aktardığına göre, “doğuştan asi ruhlu” olan Ardaş, ilk suçunu fırında beraber çalıştığı Erbaalı arkadaşı Yusuf’u fırıncı küreğiyle yaralayarak işler. Bu olaydan sonra, fırında çalışmayı bırakan Ardaş, 24 yaşındayken Selamsız’daki kilisenin iki papazını yaralayınca artık meskeni sokaklar olur. Papazlara saldırmasının sebebi de kendisine istediği parayı vermemeleridir. Doğancılar’ı haraca kesen Ardaş, bir süre sonra gönlünü Kumkapılı Ağavni’ye kaptırır. Ağavni’nin babası Krikor’un, kızını Ardaş gibi birisine vermek istememesi kendisi için pek hayırlı olmaz. Bir gece Ağavni’nin evini basıp onu kaçıran Ardaş, kızın babası Krikor’u da ağır yaralar. Ardaş, I. Dünya Savaşı’nın ardından Ağavni’yle birlikte yaşadıkları Ümraniye yolu üzerindeki evinden Üsküdar sokaklarını yönetenlerden birisidir artık. Ardaş’a esas şöhreti ise İstanbul’un namlı kabadayılarından Mavnacı Ali’yi “hacamat” etmesi getirir. Rizeli Mavnacı Ali, 1906’da Üsküdar’ın “haracını yiyen” Karamanlı Yusuf’u Üsküdar vapur iskelesinin önünde falçatayla öldürmesinin ardından, 16 yıl boyunca hem Üsküdar’da, hem de Beyoğlu’nda “borusunu öttüren” namlı bir kabadayıdır. Ali’nin Ardaş’ın Üsküdar’da isminin duyulmasından duyduğu rahatsızlık, kendi avanesinden birkaç kişinin Ardaş tarafından dövülmesiyle ayyuka çıkar. 26 Kasım 1920’de, Mavnacı, Ardaş’ı öldürmek için bir tuzak kurar ve onu Kuzguncuk’a çağırır. Fakat hesabı tutmaz ve iki hasım Kuzguncuk’taki Yalı Kahvesi’nin önünde bıçaklarla kapışırlar. Düelloda şans, iki parmağını kaybetmesine rağmen Ardaş’a güler. Sağ el başparmağı ve işaret parmağının kesik olması, polis kayıtlarında en belirgin alameti olarak geçer. Bu kavgadan sonra Üsküdar’ın tek hâkimi olan Ardaş’ın da saltanatı uzun sürmez. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, sevgilisi Ağavni’yi de yanına alıp ortadan kaybolur. AGOS

via Sivas Herfene http://bit.ly/2dz24vt