Ana içeriğe atla

SİVAS’TA ÇEYİZ VE DÜĞÜN ADETLERİ KIZ MI ERKEKMİ? Eve büyük uğraşlar ve masraflar sonucu gelen insandan o kadar çok şeyler beklenir ki, evin her işine koşturup, kaynana ve kaynatanın önünde dört dönen, onların gönlü kırılmasın diye gücünün son safhasına kadar dayanma kabiliyeti gösteren bir yılmaz savaşçıdır gelin. Ve bu kadar işin arasında ondan duyulması istenen kelimeler sadece ‘ben hamileyim’ demesidir. Evin hem büyükleri ve baba adayı için en önemli müjdelerden birisi bu iki kelimedir. Unutmadan gelin bunu ulu orta söyleyemez, usturuplu bir şekilde ya kaynana ya da kocası aracılığı ile duyurur ev halkına. Müjde alınır alınmasına da, çocuğun cinsiyeti merak edilmeye başlanır. Evdeki büyüklerin ve baba adayının ilk beklentisi -olmazsa olmazı- erkek çocuğudur. Erkek olmalı çocuk, soy yürümeli, babaya yardımcı olmalı ve en önemlisi evin büyük babasının ismi verilmeli ki soyları uzayıp gitsin. “Kız olsun eli ayağı düz olsun, oğlan olsun meyhanede olsun” atasözüne bakar mısınız, kızı kusurlu istemiyor ama oğlan olsun da meyhaneden çıkmasın ona kabul diyor. Tabi bu arada evde gelin ve kadın kısmının fikrini alan olmaz, onlara tercihi, beklentileri sorulmaz. Kadın kısmı eksik etektir, erkek işine elinin hamuruyla girişmez. Beklentileri cevaplandıracak tek merci gene erkeklerdir, onlar her şeyin en iyisini bilir. Doğacak çocuğun kız olma ihtimali hiç düşünülmez. Ve beklemeye başlanır. Sonucun bu kadar önemli olduğu ata erkil bir sitemde günler geçmeye başlar, hamilelik ilerler gelinin doğum zamanı gelmiştir artık. Doğum hazırlıkları başlamıştır. Mahallenin ebesi çağrılır, doğum sancıları sıklaşmıştır. Ebe müdahaleye başlar. Dışarıda ise evin büyükleri ve baba adayı ise doğacak çocuğun müjdesini beklemeye koyulurlar. Ebe doğumu yaptırır, doğan çocuğun kız olduğunu müjdeler. Evin büyükbabasına ve baba adayına müjde verilir, ama pek sevinemez evin erkekleri, çünkü soylarını devam ettirebilmeleri için gerekli olan erkek çocuğu olmamıştır, doğan kız ne işe yarar ki. On altısında ya da on yedisinde gelin olup gidecek birine neden sevinsinler ki. İşte burada kadınların görevi başlamıştır artık. Kız olmuştur, o zaman görev kadınlarındır. “KIZ BEŞİKTE ÇEYİZ SANDIKTA” “ Kız beşikte çeyiz sandıkta” demiş atalarımız, kızın çeyiz hazırlıkları da başlar doğumu ile. Bu yük gene evin eksik eteklerine kalmıştır. Evin reislerinden bazen haberli bazen habersiz yapılmaya başlanır çeyiz. Dişle tırnaktan artırılıp, gizlice yapılır çeyizler. Babanın haberi olsa bu yaşta ne acelesi var deyip geçiştirir, babaların bu huysuzluğundan çekinen kadınlar yavaş yavaş başladıkları cehiz tamamlama işleri kızın evlilik çağına gelinceye kadar devam eder. Çeyiz toparlanıp, serilip ortaya çıktığı zaman evin erkekleri şaşırıp kalır” siz bunları ne zaman yaptınız diye. Yuvayı her zaman dişi kuş yapar sözünü perçinlercesine kadınların zekâsı ve hanedeki hâkimiyeti gözler önüne serilir bir daha, bir daha… “KIZ ON BEŞİNDE YA ERDE YA YERDE” Kızın yaşı ilerledikçe dikkat çekmeye başlar. Kız artık büyükleriyle beraber kadın oturmalarına gitmeye başlar. Kadınlar hamamına gidip konu komşunun yıkanmasına yardım ederek, endamını gösterir, büyüdüğünü kanıtlayıp etrafa kendini beğendirmeye çalışır. Hamamlar kızın vücuduna bakma yeridir bir sakatlığı var mı yok mu, onun keşfi yapılır. Bir de iyi baş ve sırt sürüyor mu, bu çok önemlidir. Gelini aldıktan sonra hamamda kaynananın sırtını ve başını sürecektir zira. Oturmalar ve hamamlar kızların kendisini gösterdikleri en önemli yerlerin başında gelir. Kızlar kadın oturmalarında ve hamamlarda hizmet etmek zorundadır, bu bir yarıştır aslında. Ayşe’nin kızı, Fatma’nın kızı Naciye’nin kızı hepsi bu yarışın içindedirler. Her genç kız kendini beğendirmek için her maharetini sergilemek zorundadır. Eğer maharetlerini sergileyemezlerse vay hallerine. Bir ailenin en çok korktuğu şey başına gelir. Hemen dedikodu başlar, Naciye’nin kızı beceriksiz, aksi ve birçok yakıştırmalar yapılır. Kızlarını kimsecikler beğenmez, görücüsü gelmez evde kalır. Beğenilen kızların ise maharetleri dilden dile dolaşır. Evlilik çağına gelmiş oğlu olan aileler, kız ailelerine bu övgüleri duyması için özen gösterir. Kız evi naz evidir ya, şimdiden gönüllerini hoş tutmak lazım. Evin reisine artık söyleme zamanıdır kızlarının büyüdüğünü, gelinlik zamanın geldiğini. Cehiz için gerekli maddi ve manevi icazet alınır evin babasından. Cehiz hazırlıkları artık iyice hızlanır. Cehiz deyip geçmeyin, cehiz bir ailenin şan’ı şerefidir. İyi verilen bir cehiz bütün memlekette kadınların dilinden düşmez. Toplantılarda “Melahat Hanım kızına bir cehiz vermiş ki dillere destan” diye uzun uzun cehizin dedikodusu yapılır. KIZ İSTEME Artık görücüler gelmeye başlamıştır. Genç erkek evlatları olan aileler kız kapısını aşındırmaya başlamıştır. Önce kadınlar kızı görüp beğenirler. Yani kız önce görücü kadınların gönlünü fethetmek zorundadır. Oğlan evi aileden büyükleri toparlayıp kız evinin kapısına dayanırlar. Hal hatır, sohbet sonrası genç kızın görücülere kahve sunmasını müteakiben oğlan evinin ya babası ya da ağzı laf yapan bir yakın akrabası “Allahın emri peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz” deyip cevap beklerler. Kız evi ise Allah yazdıysa neden olmasın diyerek düşünme süresi isterler. Kız evi oğlan evini sorup soruşturup mehel ve münasip olduklarını araştırdıktan sonra oğlan evine haber gönderip kızlarını vereceklerini bildirirler. Oğlan evinden bir grup hanım kız evine gelerek söz, kahve içme ve nişan zamanını karalaştırırlar. SÖZ KESME, ŞERBET VE KAHVE İÇME Belli bir gün kararlaştırılır. O gün oğlan evi yakın komşularını, akrabalarını yanlarına alarak hazırlıklar yapılmış bir şekilde kız evine giderler, konu komşu ve akrabaların şahitliğinde tekrar kız istenir, kız evi de kızlarını verdiğini beyan ederler. Hemen şerbetler dağıtılır, lokumlar dağıtılır. Yenir içilir, bu arada damadın yakın arkadaşları kız evinden ev sahibine göstermeden ortalıktaki küçük eşyaları alarak damada götürüp, damattan o eşyaların diyetini alırlar ve eşyayı damada teslim ederler. Ev sahibinin iyisi eşyalarını çaldırmayandır. Oğlan evi gelmeden ortalıktaki küçük eşyaları toplar ev sahibi ama her ne kadar bir şeyler çaldırmamak için çabalasa da gene de birileri damada götürecek bir şeyler bulur. SİNİ DÖNMESİ Oğlan evi kız evine söz verdikleri altın takıları, nişan yüzüğünü ve kızın nişanda giyeceği giysisini, kıza layık görülen mesarifleri, büyük bir bakır siniye yerleştirip kendi ailesine yakın bir kadın ya da kadınlar eşliğinde kız evine götürüp teslim ederler. Kız evi siniyi alır, siniciye bahşişini verip gönderir. Sini sırası kız evindedir. Onlarda oğlana aldıkları malzemeleri dizip, tepsiye birde şerbet içmeden damat için ayrılan bir sürahi şerbeti de koyup gönderirler. Oğlan evi de siniyi alır ve bahşişini tepsiye atarak sinici kadını gönderir. GÖRÜŞTÜRME(NİŞAN) Görüştürme kız evinde yapılır. Evin büyükçe bir yerinde bir çalgıcı tutulur, onun müziği eşliğinde genç kızlar bu sefer tüm kıvraklıklarıyla başka bir yönlerini daha sergilerler gelen misafirlere. Oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Takı merasimi başlar. Ortaya büyükçe bir sini getirilir. Sesi gürce bir kadına görev verilir, geline oğlan evinden ve kız evinden kim ne taktıysa onun bildirimi yapılır davetlilere. Melahat Hanımdan on lira, Fatma Hanımdan bir entarilik kumaş, oğlanın halası Nezahet Hanımdan bir bilezik. Böylece devam eder. Takı töreni de bitikten sonra meydan gene genç kızların kıvrak danslarına ve halaylarına kalmıştır, onların oyunlarından sonra büyük hanımlar da bir Sivas halayı çekip görüştürme biter. ÖZEL GÜNLER İÇİN ÖZEL HEDİYELER Eğer nişanlılık dönemi ramazan ayına denk gelmişse oğlan evi kız için iftarlık gönderir. Mevsimin en gözde meyvelerini seçmece alıp bir sepet içine koydurup, meyvenin yanına bir tepsi baklava da ilave edilip kız evine iftarlık gönderilir. Ramazan bayramında ise kıza elbiselik alınır tatlıyla beraber kız evine gönderilir. Kız evi de oğlana elbise ya da elbiselik kumaş alıp aynı şekilde gönderir. Kurban bayramına denk gelirse daha da tuzluya patlar bu iş. Naz evi dedik ya kız evi için, aman küstürmeyelim gönülleri kalmasın diye hediye üstüne hediyeler. İyice bir kurbanlık koyun seçilir. Koç olması tercih edilir. Hz. İbrahim büyük bir imtihana tabi tutulup oğlunun kurban edilmesi gerektiğini bilerek, oğlu Hz. İsmail’i Allah yoluna kurban ederken Allah ona bir koç göndermişti oğlunun yerine koçu kurban etsin diye. Bu yüzden koç her zaman revaçta idi. Aslına sadık kalma gibi bir şey diyebiliriz. Arife günü seçilen kurbanlık koç güzelce süslenir, balonlar, renkli tülbentler, önce yukarı tekkeye götürülür koç. Sonra tekrar eve getirilir, kıza alınan kıyafetler ve ayakkabı koçun üzerine konur. Koçun alnına gramise altın bağlanır kızın evine götürülür. Bayram günü kız evinde tekbirlerle kurban edilen koçun bir budu bir tepsi baklavayla oğlan evine gönderilir. Bahar ve yaz döneminde ise nişanlılık, oğlan evi turfanda meyvelerle büyükçe bir sepeti doldurup, sepetin üzerine de ya elbise ya da elbiselik kumaşı konup naz evine gönderilir. Kız evi ise oğlan evininden gelen bu meyveleri konu komşu ve hısım akrabaya dağıtır. Nedeni ise oğlan evinin kız evine verdiği değerin ilanıdır. Eskiden iki bayram arası düğün yapılmaz diye bir inanış vardı, bunu belirtmek lazım. DÜĞÜN GÜNÜNÜN BELİRLENMESİ Artık düğün gününün tarihinin belli olma zamanı gelmiştir. Oğlan evinde istişare yapılır gün belirlenir. Kız evine gidilir belirlenen tarih üzerinde anlaşmaya varılır. Günler belirlenir. OKUYUCU GEZDİRME Bir şekilde bu düğün dernek işini eşe, dosta, akrabaya haber vermek lazım. Eskiden kart bastırıp dağıtmak yok, nasıl haber verilecek tabiî ki okuyucu gezdirerek. Aileye yakın birisi, hısım ve akrabayı tanıyan, nerde oturduklarını bilen bir hanıma bu görev verilir. Okuyucu hanım güzel giysilerini giyer, yanına da bir çocuk alır, kolunda çantası ile başlar düğünü haber vermeye düğün evinin tanıdıklarına. “Ahmet Efendinin kızının cuma günü cehizi, pazar günü kına gecesi, pazartesi düğünü var” Diye herkese bu mutlu haberi ulaştırır. Haberi alan davetli okuyucuya bahşişini verir, okuyucu o gün tüm tanıdıklara düğün sahibinin davetini iletir. ÇEYİZ ASMA Çeyiz bakmadan bir hafta önce cehizler, çeyiz sandığındaki bohçalardan çıkarılır. Yıkanır, kurutulur, ütülenir. Akraba ve komşu kızları ve de başlarında daha önce bu işi yapmış olan tecrübeli birkaç gelinde beraber cehizi kız evinde asmaya yani sergileye başlarlar. Çeyizler asıldıkça eksikler ortaya çıkar, tamamlanabilecekler tamamlanır. Çeyizin sergilenmesinde güzel anlamlar vardır. İlki eksiklerin akraba ve komşular tarafından görülüp tamamlanması yardımlaşmanın güzel bir örneğidir. İkincisi ise kız evinin gücünü gösterir. Dosta düşmana karşı kızının cehizini eksiksiz verip göndermek tek amaçtır, tabiî ki gücünün yettiği kadar. ÇEYİZ Çeyiz deyip geçmemek lazım, başlı başına bir sanat ürünüdür. Uzun uğraşlar sonunda ortaya çıkan bir emeğin öyküsüdür çeyiz. Ne şartlarda ve nasıl yapıldığını kimler nasıl bilebilir ki? Anne daha kız küçükken minicik ellerine tığ, iğne, şiş tutuşturup çeyiz hazırlamaya kızı da ortak eder. O yaşlarda başlar minik ellerin maharetleşmesi. Bu kısır döngüde o da kendi kızlarına aynı şeyleri öğretip bu töreyi devam ettirecektir. Kanaviçe işlerler, oya işlerler, örgü örerler, iğne oyası yaparlar, dantel yaparlar, halı, kilim dokurlar. Aklınıza gelen bütün el sanatlarını daha kız küçücükken öğretmeye çalışır büyükler. Hayatın içindeki isimsiz kahraman olan kadınlarımız böyle yetişmeye başlar. On parmağında on marifet. Usta çırak ilişkisi gibi, anadan kıza öylece sürüp gider. Çocukken başladığı el işleri ile çeyiz sandığını doldurmaya başlar kız, annenin yardımıyla, akraba ve komşu kızların yardımıyla. O çeyiz sandığı neler neler alır, ne alın terleri, ne göz nurlarını alır içine. Bir yaşam öyküsü gibidir çeyiz. ÇEYİZ BAKMA Çeyiz bakma için genelde haftanın cuma günü tercih edilir. Cumanın bereketi ve rahmetinden faydalanmak için olsa gerek cuma günü olmazsa olmazıdır kız everen ailelerin. Çeyiz serilmiştir artık, sabahın ilk ışıklarıyla son hazırlıklarda biter, misafirler beklemeye başlanır. Kız ve sağdıcı (kız sağdıcı bekâr kızlardan seçilir) mahalli giysiler giyerler, misafirleri bu kıyafetlerle karşılarlar. Misafirler gelip çeyizi gezerler ve tabiî ki elleri boş gelmezler, çeyize mutlaka katkıda bulunurlar. Yakın akraba ve dostlar önceden haberleri varsa çeyizin eksikleri konusunda, o eksiği karşılayacak bir hediyeler alırlar. Yoksa çam sakızı çoban armağanı diye bir işe yarar malzeme ile gelirler çeyize bakmaya. Öğleden sonra saat iki gibi oğlan evi gelir çeyize bakmaya. Kaynana, görümce eğer çeyiz hoşlarına gittiyse bunu yüzlerindeki gülücüklerle ifade ederler. Beğenmedilerse burunlarını kıvırıp, yüzlerini asarak kız evinden ayrılırlar. Akşama doğru damat ve sağdıcı çeyize bakmaya gelir, misafirler çekilmiştir artık. Kız sağdıcı damatla sağdıca kahve yapar getirir, damatla sağdıç kahveyi içtikten sonra bahşişlerini tepsiye koyup çıkarlar çeyiz evinden. ÇEYİZ YAZMA Çeyiz yazma kız evinin garanti belgesi gibidir. İlerde doğacak boşanma gibi sorunların halli için yazılmış çeyiz bir belge niteliği taşır. Bir nevi oğlan evinin kız evine verdiği senettir. Kız ailesi çok uzun seneler bu çeyiz kâğıtlarını saklarlar. Çeyiz yazmak için akşam yatsı namazı sonrası mahallenin en ağır adamları çağırılır. Bunlar mahallenin imamı, muhtarı, ağzı laf yapan, eli kalem tutan okuması yazması olanlar ve akrabalardan büyükler çağırılır. Okuması yazması olan, bu işlerin ehli olanlar genelde aynı kişilerdir. Kâtip kalemi, kâğıdı alır eline ve yazmaya başlar. İlk önce besmele-i şerif yazılır çeyiz kâğıdının başına sonra ilk kalem olarak Kuran-ı Kerim yazılır ve buna değer biçilmez karşılığı boş bırakılır. Sonra sırasıyla altın takılar, el emeği göz nuru işlemeler, oyalar kız evinin yıllarca emek verip hazırladığı eşyalar teker teker yazılır ama onların karşısına gerçek değerinin üç dört katı fiyatlarla yazılır, adettendir. Çeyiz kâğıdı iki nüsha hazırlanır, aslı kız evinde kalır kopyası oğlan evinde kalır. Her sayfa nakli yekûn alınarak diğer sayfaya devam edilir. En sonunda kaç adet parça var o yazılır, sonra toplam değer yazılır, en sonunda ise şu not ilave edilir. “Yukarıda müfredatı bulunan 57 kalem cihaz eşyasının kıymeti tarafımızdan 21.000 TL olarak tespit ve tağdut edilerek kız babası ……….………. tarafından kızı ……………………..ye biz şahitler huzurunda cihaz olarak teslim edilmiştir.” Altına mahalle muhtarı, mahalle imamı, çeyizi yazan şahıs ve şahitlerin imzası alınarak asıl nüsha kız evine verilir. Çeyiz yazma işlemi tamamlanmış olur. OĞLAN EVİNİN ÇEHİZİ TESLİM ALMASI Oğlan evinden bir grup erkek ya babası ya da büyük ağabeyi ve birkaç bayan çeyizin ertesi günü çeyizi almaya gelirler. Bir at arabası tutarlar kız evinin kapısına dayanırlar. Çeyiz at arabasına taşınır. En son çeyiz sandığı bırakılır. Kızın küçük erkek kardeşi çeyiz sandığının üstüne oturur sandığı vermez. Çeyizi almaya gelen damadın yakını olan erkek yüklüce bir bahşiş vererek küçük oğlanı çeyiz sandığından indirip son eşya olarak çeyiz sandığını da yüklerler arabaya ve çeyizi götürürler. GELİN HAMAMI Oğlan evi mahalle hamamını kapatır. Her kurnanın başına iki kalıp sabun konur, mevsimin en güzel meyveleri hamam taslarına doldurularak kurnaların başına konur. Gazoz ikram edilir. Memleketin emektarı Defçi Hatçe çağırılır. Defçi Hatçe'nin attığı ritimlerle göbek taşında oyunlar oynanır, genç kızlar ve kadınlar tüm kıvraklıklarını sergileyerek kurtlarını dökerler. Oyun bittikten sonra gelin ipek peştamalını giymiş bir halde, gümüş nalınlar ayaklarında arz-ı endam ederek tıkır tıkır hamamın kapısından sağdıcıyla içeri girer. Gelin kaynanadan başlayarak herkesin elini öper. Ve gelin şimdi maharetlerini hamamda da göstermek zorundadır. Öyle ya gelin olacak kız insan yıkamayı biliyor mu, bilmiyor mu onunda test edilmesi lazım. Önce kaynanayı bir güzel yıkar tepeden tırnağa, sonra sırayla oğlan evinden gelen misafirleri yıkamaya koyulur. Gelini ise kız evi yıkayarak herkes evinin yolunu tutar. Zira hemen kına gecesi hazırlıkları başlayacaktır. KINA GECESİ Artık düğün hazırlıklarının sonlarına yaklaşılmıştır. Kına gecesi sonunda bir düğün ve gelin almadan sonra kız elden gitti sayılır, çok önemli bir olay olmaz ise kız bir daha baba evine sadece misafir olarak gelecektir. Kına gecesine kız evi yakınları, komşular çağırılır. Yakın akrabaların karınları doyurulur. Kına gecesi başlama zamanı geldiğinde komşular gelmeye başlar. Gelenlere çerez ikram edilir. Memleketin emektarlarından Defçi Hatçe ile Utçu Zöhre kına gecelerinin vazgeçilmez isimlerindendir. Onlar olmasa kim eğlendirecek davetlileri. O emektar müzisyen hanım efendilerin kıvrak nağmeleri eşliğinde genç kızlar kına gecesi sonuna kadar ortayı boş bırakmazlar onların oynaması düğünün ne kadar şen olduğunun, ne kadar keyifli geçtiğinin göstergesidir. Kına gecelerinde oynanan oyunların başında Sivas’ımızın meşhur Çemberim oyun havası oynanır. Çemberimi oynamaktan büyük keyf alır genç kızlar. Hoplatma kısmında bir sağındaki bir solundaki oyun arkadaşının ellerine var gücüyle vurduklarında çıkan ses ile hopladıklarında ayaklarında çıkan ses o oyunu ne kadar iyi oynadıklarının göstergesidir. Çok ses çıkmalı ki kızlar oyunu iyi oynuyor desinler. On dörtlü bir başka oyundur. Çalgıcılardan en çok istenen oyunlardan biride budur. Ağırdan başlar gitgide süratlenir. Melodik yapısı ve ritim yapısından bu oyunun Kars ya da Azerbaycan taraflarına ait olduğunu tahmin ediyorum ama nedense yöremin insanı bu oyunu o kadar benimsemiş ki kendi yöresinin oyunu gibi oynuyor ve oynamaktan keyif alıyor. Madımak oynaması daha ayrı bir zevk kızlar için. Hele ki oyunda madımağın toplama faslı, çömelerek madımağı yerden koparıp eteklerine doldurur gibi rol yapmaları görülmeye değer, en çok hoşlarına da bu kısım gider. Lorke çekerler. En sonunda ise memleketimin bir sanat şaheseri olan Sivas Halayı oynanır. Baş çekme heveslisi çoktur bu halayın. O yüzden kadınlar bir düğün ya da kına gecesinde en az iki üç kere çaldırırlar. Kına gecesine oğlan evinden kınacıların gelmesi ile bir durgunluk yaşanır. Ortaya gelin ile sağdıcı bir sandalyeye oturtulur. Oğlan evinden gelen kınacılar kızın kınasını yakarken çalgıcılar hemen başlarlar. ÇAKTILAR ÇAKTILAR ÇAKMAK TAŞINI KURDULAR KURDULAR DÜĞÜN AŞINI ÇAĞIRİN GELSİN GELİNİN BEY GARDAŞINI BAĞLANTI ŞEN ANAM ŞEN BABAM EVİN ŞEN OLSUN İŞTE GELDİM GİDİYORUM HABERİN OLSUN (GELİN OLDUM GİDİYORUM HABERİN OLSUN) AL DUVAK İLE GELİN BİNEK TAŞİNDA GELİN ETTİLER, BENİ ONDÖRT YAŞINDA GELİN GİDER AGLAR ANA GARDAŞ PEŞİNDE BAĞLANTI ŞEN ANAM ŞEN BABAM EVİN ŞEN OLSUN İŞTE GELDİM GİDİYORUM HABERİN OLSUN (GELİN OLDUM GİDİYORUM HABERİN OLSUN) GELİN GİDER EL EVİNE KARA GİYİNİR KAYNANA OĞLUM DİYE DURMAZ ÖVÜNUR ÇOK ÖVUNME KAYNANA SENİN SONUN GÖRÜNÜR BAĞLANTI ŞEN ANAM ŞEN BABAM EVİN ŞEN OLSUN İŞTE GELDİM GİDİYORUM HABERİN OLSUN (GELİN OLDUM GİDİYORUM HABERİN OLSUN) Bu kına havasını duyan kız anası kızına sarılıp ağlamaya başlar. Ayrılık acısı çökmüştür artık ana yüreğine. Kızda başlar ağlamaya ve konu komşu derken gözyaşları sel olur akar. Ağlaşma faslından sonra kına merasimi tamamlanır. Eskinin en gözde ulaşım araçları faytonlardı. Oğlan evinden gelen kınacılarda kendi kına gecelerinin olduğu mekâna doğru geldikleri faytonla yola koyulurlar. Kız evinde kına gecelerinin sonlarına yaklaşılmıştır. Hüzün hâkimdir gecede. Komşular ve akrabalar giderler. Çok yakın akrabalar geceyi düğün evinde geçireceklerdir. Son olarak kızın ayak parmaklarına ve ökçelerine de kına yakarlar, ertesi günü yani kızın evden ayrılış gününü beklemeye başlarlar. Kızın son gecesidir artık baba evinde. Anne dilinin döndüğünce nasihatler eder, öğütler verir. Bir başka aile yakını öğütler verir. Kız gittiği yerde uysal olsun, kaynanasını, kaynatasını, görümcesini, kayınlarını saysın, kavgaya, gürültüye meydan vermesin diye kız iyice öğütle doldurulur. Gecenin geç saatlerine kadar devam eder konuşmalar. Ertesi gün yoğun ve tempolu geçeceğinden uyumanın gerekli olduğunu bilenler milleti uyutmak için ikna eder. Burada bir konuyu belirtmeden geçmek istemiyorum. Eskiden kına gecelerimizde, düğünlerimizde çalınan türküler, oynanan halaylar genelde yörenin türküleri ve oyun havalarıydı. Ama son zamanlarda artık bir karma kültür oluşmaya başladı. Mesela kına yakılırken söylenen türkü “çaktılar çakmak taşını, kurdular düğün aşını” eskiden bu türkü söylenirdi kına yakılırken ama şimdi bu kına havasını artık kimse hatırlamıyor. Söylenmeye söylenmeye unutuldu. Onun yerine “kınayı getir aney” ya da “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” söyleniyor şimdi. Biri en doğunun türküsü, biri en batının türküsü. Başka yörelerin türküleri ile kına yakılır oldu şimdilerde. Başka yörelerin halayları çekilir oldu düğünlerde, kına gecelerinde. Mahalli kültürlerin yok olup gidişini sessizce izlemekteyiz. Bu gidişe dur diyecek hiç kimsede yok biliyorum. Televizyon ve kentler arası göç’ün mahalli kültürümüzü yok etmesine seyirci kalmaktayız her birlikte) DÜĞÜN Son tören düğündür. Düğünle beraber kız yuvadan uçacaktır. Bir daha baba evine ancak misafir olarak gelecektir genç kız. Bir hüzünle genç kızın gelinliğini Kuran-ı Kerim okuyarak giydirirler. Çorabını giyerken kızın babası bir miktar para verir, bu para kızın çorabının içine konur. Kız gittiği evde bu parayı eşinin cebine koyar ki evleri bolluk ve refah içerisinde olsun, damadın geliri daim olsun. Öğlene doğru oğlan evi gelir kız evine. Yanlarında bir de imam getirirler. Ayetler okuyarak gelini oğlan evinin getirdiği üç dört metre kumaşın üzerinden geçirerek gelinlerini faytona bindirirler. Kız evinden maddi durumu iyi olmayan birisine gelinin üzerinden geçtiği kumaş toplanıp verilir. Bu arada kız tarafı da maniler söyleyerek kızlarını gözyaşları içerisinde yolcu ederler. Eviniz mübarek olsun Ocağınız aydın olsun………. Gelin oğlan evine gider. Oğlan evinin yakınları gelini görmeye gelirler. Kız evi gelinin çeyiz sandığının anahtarını oğlan evine gönderir, kız artık tamamen oğlan evinindir. Tüm bu hazırlıkların ve yorgunlukların sonucunda bütün törenler nihayet bulmuştur. Akşam oğlan evinde yatsı namazını müteakiben okunacak mevlitten sonra sadece gerdek gecesi vardır. Gerdeğe girilen küçücük oda yıllarca gelinle damadın soylarını devam ettirme çabalarına tanık olacaktır uzun gecelerde. ÇEYİZ SANDIĞINDA NELER VAR 1.KURAN-I KERİM: Her tarafı işlenmiş, üzerine nakışlar yerleştirilmiş özenle hazırlanmış kılıfının içinde Kuran-ı Kerim sandığın en üstünde yerini alır. 2.SABUN: Mutlaka konur. Sabun hem güveden korur sandığın içindeki bez parçalarını hemde temizliğin adıdır sabun. Temizlik imandan gelir ya sabun olmazsa temizlikte olmaz. 3.KEFEN: Kefen vardır gittiği evden dönmemesi için, dönerse de kefeniyle dönsün diye. 4.BAŞÖRTÜLERİ: Yazmalar, tülbentler, eşarplar, namaz örtüleri hepsinin kenarları oyalarla, mekiklerle, tığlarla el emeği, göz nuru olan hepsi bir sanat eseri olan el işleri. 5.YATAK TAKIMLARI: Hepsinin kenarları özenle dantellenmiş yatak takımları. Yorganlar, çarşaflar daha neler neler. 6.TIĞ İŞLERİ: Bardakların altına bile dantel yapan kadınlarımız, her eşyanın üzerine mutlaka bir dantel örterler. Üzerine koydukları eşyayı daha bir güzel gösterir o danteller. 7.NAMAZLIK: İşlemeli namazlıklar. 8.HAMAM TAKIMLARI: İpek peştamallar, hamam takımları, lifler, keseler, hamam tasları, kildanlıklar, fildişi taraklar, gümüş nalınlar. 9.MENDİLLER: Özenle kenarları işlenmiş mendiller. Eski hanımlar mendile pek düşkündü, ellerinden düşürmezdi mendillerini. Bir kadının zarafet göstergesi idi mendiller. Reşat TAYDAŞ Haziran 2006 KAYNAKLAR Kız beşikte çeyiz sandıkta Kız olsun eli ayağı düzgün olsun, oğlan olsun meyhanede olsun Kız on beşinde ya erde ya yerde Yukarıdaki üç atasözü; “Atasözleri Yerde Kalmaz” Müjgan ÜÇER Kitabından alınmıştır. SÖZLÜ KAYNAKLAR; Hatice TAYDAŞ Mevlüde TAYDAŞ Bu yazı telif hakkı içerir. Başka kişi yada kurumlarca kullanılamaz ,alıntı yapılamaz. Telif sahibi Cumhuriyet Üniversitesi ve Reşat Taydaş tır.


via Sivas Herfene https://bit.ly/3eNKpio

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS