Doç Dr mimar Uğur Tuztaşı hocamız yine çok güzel bir yazı kaleme almış siz kıymetli takipçileri bu güzel yazıyla baş başa bırakıp istifadelerinize sunuyoruz MİMAR ŞEVKET ÖZDEN VE AKGÜL (ÖZDEN) OTELİ (1) Mimar Şevket Özden ve Akgül (Özden) Oteli (1) 1950’lerin Sivas’ı denince aklıma nedense bir Akademili Mimar ile Üç bina gelir. Mimarımız Şevket Özden’dir. Üç bina ise sırasıyla; Numune Hastanesi, Kızılırmak Mektebi ve Akgül Otel’dir. * 1953 yılıydı. Güzel Sanatlar Akademisi’nden1950 yılında mezun olan Divriğili mimar Şevket Özden, 3 yıllık iş deneyiminin ardından Sivas’ a gelerek bürosunu açtı. Aynı yıl, bugün maalesef hayatta olmayan Numune Hastanesi tamamlanarak hizmete açıldı Numune Hastanesiyle aynı kaderi paylaşan Kızılırmak Okulu’nun ise temeli atılıyordu. * Nisan ayıydı. Beyaz gömlek giymeyi çok seven genç mimarımız, o tarihlerde şehrin modernlik laboratuvarı olmaya iyiden iyiye adım atan Kabak yazısındaki yapıları yerinde incelemeye kararlıydı. Vazifesine koyuldu. Bürosundan çıktı. O kadar hızlı yürüdü ki, tekrarlaya tekrarlaya ezberciliğini unutan ne dilenci ihtiyarı, ne de heyetiyle yanından geçen dönemin Belediye Başkanı Rahmi Günay’ı farketti. Bugünkü adıyla Rahmi Günay Caddesi’nin başına geldi ve durakladı. * Onu ilk olarak Öğretmen Evleri karşıladı. Konut dokusunun oluşturduğu alan, o gün için Öğretmenler Mahallesi olarak adlandırılmıştı. İki katlı, bahçeli olarak yapılan bu evler, Yarı Açık Cezaevi’ne kadar caddenin sağ tarafında sıra dizinde rasyonel kütle anlayışıyla oluşturulmuştu. Bu konutlar kübik gövde gibi modern mimari dilin karakteristik unsurlarıyla inşa edilmelerinin yanısıra kentteki ilk sivil kooperatif girişimi olma özelliğini de taşıyordu. Güven Karabenli’nin Kabak yazısı kitabının da baş aktörü olan ve de 1970’lere gelindiğinde izleri silinecek bu sıra dizin evler, Mimar Şevket Özden’i Başkent Ankara’ya götürdü. Öyle ki, neredeyse şehrin geleneksel evlerine nazire yapan bu şirin kooperatif evleri, üslup olarak, 1933-35 yıllarında dönemin ünlü mimarı Paul Bonatz’ın Saraçoğlu Mahallesi’ndeki evlerini ve yine, Jansen’in Bahçeli Evleri’ni (1934-39)’ni çok andırıyordu. Muhtemelen dedi, muhtemelen Ankara’dan bir mimar tasarlamış olmalı dedi. Genç Mimar, sonra temeli atılan Kızılırmak Mektebi’nin inşaat alanına gitti. Şantiye şefinin elindeki mimari projeyi inceledi. Dönemin mimari esprisi olarak yorumladı. Benzer nitelikte fazlasıyla örneği İstanbul’da görmüştü. Ama Öğretmen evleriyle olan üslupsal ilişkiler ve özellikle mimari ölçeğin uyumuna gösterilen hassasiyet dikkatini çekti. Ama onu asıl şaşırtan Kabak yazısında ihtişamını ap açık sergilemekte itina etmeyen Numune Hastanesi binasıydı. Gene öğrendiklerini ve daha önce deneyimlediği mekânları hafızasında sorguladı. Çünkü bu bina ona çok tanıdık geldi. 1948 yılında temeli atılan Numune hastanesi dönemin Erzurum, Trabzon, Diyarbakır gibi illere yapılan numune hastanelerinden biriydi. Genç Mimar, Numune Hastanesini ilk gördüğünde Holzmeister’in monumental (anıtsal) içerikleriyle gövde gösterisi yapan binalarını hatırladı. Holzmeister’in İçişleri Bakanlığı binası (1932-34) gözünün önüne geldi. Yine öğrencisi olmakla gurur duyduğu hocası Sedad Hakkı Eldem’in binalarını pas geçmedi. Milli mimarlık çabaları yönündeki uğraşına bizzat şahit olduğu hocası Eldem’in Emin Onat’la tasarladıkları Beşevler’deki Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’de(1942-45) yine içerik olarak Numune Hastanesi’ni hatırlatıyordu. Ardından Doğan Erginbaş ve ekibinin tasarladığı İstanbul Radyo Evi (1949) ve Ankara Radyo evi binalarını da hatırlamadı değil. Dönemin nitelikli bu örneklerinin yansıması olarak değerlendirdiği Numune hastanesi, adeta onu çarpmıştı. Bir taraftan gururlandı, bir taraftan şaşırdı. O günün Sivas’ında modern mimarinin nitelikli örneklerinin serpiştirilmesi genç mimarı biraz tedirgin etti. İstanbul’dan onu uğurlamaya gelen en yakın arkadaşı mimar Hamdi Şensoy, onu gitmemesi için son kez uyardığında ona söylediği söz aklına geldi. Sivas’a bürosunu açacak ve ilk işiyle de ismini duyurmayı başaracaktı. Genç mimar heyecanıyla soluklandı. Numune Hastanesinin bahçesinde oturdu 1945 yılında Alman mimar ve şehir plancısı Gustav Oelsner’in ağzından dinlediği o müthiş Divriği anlatısı aklına geldi. Keşke dedi, keşke; Kabak Yazısı’nda şehrin geleneksel kent dokusundan sıyrılmaya çalışan ama bir taraftan da geleneksel kent ölçeğini iliklerine kadar duyumsayan bu modernlik izlerinin mimarları da burada olsaydı… Tıpkı Oelsner’nin lezzetli sunumu gibi tasarım kaynaklarıyla şehrin topografyasına dahil olan bu önemli binaların hikayelerini onlardan dinlemenin keyfiyle serinlemek istemeyi arzuladı.
via Sivas Herfene https://bit.ly/3P7TZOd
Yorumlar
Yorum Gönder