Ana içeriğe atla

ÇERKEZİN KAHVESİ İşin adabını bilmeden kahveye girip, “Bir orta kahve rica edebilir miyim” siparişinde bulunan erkân bilmez müşterilere bütün kahve sakinlerinin hışımlı ters nazarlarla bakıp da pala bıyıklar burduğu ve “Töğbe estağfurullah, ahir zamana kaldık” diye kahırlandığı zamanlarda Sivas kahveleri; duvarlarında Mareşal Fevzi Çakmak’tan Kâzım Karabekir’e, iftihar-ı millîmiz Yavuz zırhlısından yılanlar padişahı Şahmaran’a, namlı pehlivanlarımız Yaşar Doğu’dan Celal Atik’e, kulağında ibret küpesiyle Yavuz Sultan Selim Han’dan Hazret-i Fatih’e kadar, millî hafızanın temel rükünlerini teşkil eden destan kahramanlarının itina ile çerçevelenmiş resimlerinin sıraladığı, birer ekâbir meclisi idiler. Masif gürgen bacaklı ve her yarım saatte kirli paçavralarla tertemiz edilen mermer tablalı ağır masaların etrafında, ağır adamlar, ağır edalarla, ciddiyetle hüznün buluştuğu bir ifadeyle oturur, tavşan kanı ağır çaylar, ama ille de kaynaya kaynaya zifti çıkmış zehir-zıkkım acı kahveler içerler, Ulus gazetesi kıraat edip nikel-bafon iri sigara tabakalarından birer tutam Bitlis tütününü alışkın parmaklan arasına yatırıp sigara haline getirir, som kehribar ağızlıklarla dumanını savururlardır Önünde daima peştemal önlüğüyle gezinen Ortacı, arasıra sorup sual etmeden kahveleri tazelerken, ocakçı ocağından demlik ve boy boy kahve cezvelerinin asılı durduğu ocağından omuzunda peşkiri, duvara asılı destan kahramanlarından biriymiş gibi suskun, işiyle meşgul olurdu. Kesif tütün dumanı, kahve kokusu ve pes perdeden ağır muhabbetlerin kıvama getirdiği atmosferi arasıra bir hayalet gibi ocağa kadar nadiren domino oynayan yaşlıların keyifle muşamba zemine vurduktan pirinç dominoların şakırtısı sessizliğin biteviyeliğini bozabilirdi. İşte Çerkez’in kahvesi, Afyon Sokağı’nın hemen girişınde emektar Şehir Oteli’nin böğründe nasılsa unutulup kalmış bir geçmiş zaman yadigârı olarak o ağır günlerden bu hoppa günlere intikal etmiş bir mekândır. Mekân dediysek gözünüzde büyütmemelisiniz. Altı, siz bilemediniz yedi metrekare ebadında, iki metre irtifaında mahzenle dükkân beyninde bir yerdir Çerkez’in Kahve. Orada daima yan yana diz dize ve ağız ağıra oturulur: küçüktür Kimse kusura bakmaz! Orta kahve istemek gafletinde bulunan tıfıl ve cahil yabancılar haricinde herkes birbirini tanır. Hem nasıl tanır? Medenî durumundan aile ahvaline, alışkanlıklarından siyasî temayüllerine. Brezilya dizisinde meclûbu olduğu dilberlerin adından en gizli zaaflarına kadar Çerkez’in kahvede herkes birbirinin âşinâsıdır. Son zamanlarda kahveye genç kuşaktan yeni müdavimler de takılmağa başlamışlarsa da mekânın asıl erkânı başta Kenedi Hüseyin, Gürunlü Ahmet Hoca, Emir Hoca, Ahmet Ürgüp. Halit Gülle olmak üzere sinn-i kemale erişmiş bir grup ehl-i muhabbettir. Lâkin sözün burasında kahveye ismini ve şahsiyetini kazandıran Çerkez”dcn bir fasıl açmamız icab etmektedir. Mübalâğasız iki metreye yakın bir boy ve boyuyla mütenasip bir enlilikte, eski tabirle “varlı-yakışıklı, ense-kulak yerinde” ve şirin bir adam.. Sesi, müheykel cüssesine yaraşmayan bir tonda biraz ince ve yaşlı Çerkezler’in ağzını tatlandıran bir şive çalkalanmasıyla süslü. Gömleğinin kolu dirseğine kadar, yakası göğsüne doğru hep açık. Güzel, sıcak ve vefadar bir adamdı Çerkez Hüseyin. Sevdiklerine. “İster misin?” diye sormadan bir bardak çavı müteakiben cezveyi ateşe sürer, kağıt gibi ince, süslü ve fakat iri ve kallâvi porsiyonlarda Çin fincanıyla köpüğü baştan çıkaran nefis bir kahve pişirir, ardından neredeyse yaprak dolması cesametinde bir kaçak tütün sigarası sararak ikramda bulunurdu. “Yandım Allah” diyene kadar çayın ardının arkasını kesmez, arada “bir de limonlu çay içsem” dediğimizde biraz gücense de, yarım limonu demli çaya boca ediverir ve sanki dükkânın sahibi değil de müdavimlerden biriymiş gibi sohbete koyulurdu. Gençliğinde pehlivanlık da yaptığından fevkalâde güçlüydü. Onunla tokalaşmak gafletinde bulunan herkes, neredeyse biribirine yapışan parmakların sızısıyla birlikte bu ayrıntıyı da hatırlayacaktır. Allah rahmet eylesin! Günün birinde göçüp gitti ve kahve, o tarihlerde delikanlılığının ilk günlerini yaşayan iki oğluna kaldı: Sami ve Ömer. Sami, bilâhare memuriyete atılarak dükkândan uzaklaştıysa da Ömer, babasını hatırlatan bir güleryüz ve samimiyetle “baba ocağım” hâlâ tüttürmektedir ve hâlâ Sivas’ta en güzel kahveyi Ömer pişirmektedir. Bundan onbeş yıl önce kahvenin müdavimleri olarak bizim kuşak, memleket gerçekleri hakkında hiçbir şey bilmeyen(!) yaşlılara Türkiye’nin nasıl kurtarılması gerektiğini bıkmadan anlatır, ara-sıra kahvenin as kadrosunu teşkil eden yaşlıların bizi nasıl gizlice “ti”ye aldıklarını fark etmeden soluğumuzu tüketir, tam anlamıyla “laf ile dünyaya nizamat” verirdik. Çok geçmeden tebdil-i kıyafet etmiş “sivil” bazı memurların da bizim memleket kurtarma senaryolarına ilgi duyduğunu fark edince, yoklamalara sıkça “namevcut” yazılmağa başladık. O günlerden sonra Çerkez’in kahve ara-sıra uğradığımız için biraz kırgındı galiba. Yine de yakaladıkça, sual etmeden demli çayları zorla içirir, yaprak sarması cesametinde tütün cigaraları tüttürür ve ağır kahvelerle ikramda bulunur ekseriyetle para almayı reddeder, çok ısrar edersek, yuvarlak bir rakamla hesabı kapatırdı. Toprağına haber gitmesin, kendisinden en müşteki olduğum husus. Ömer’in iri bakraçla evden getirdiği ve hâlâ lezzetine alışamadığım Çerkez yemeklerinden tattırmak için dayanılmaz ısrarlarda bulunmasıydı. Bugün Çerkez’in kahvede, geçmiş zamanların takvimlerinden koparılmış yüzlerce ayrıntı yaşayıp durmaktadır. Marpucu İzmir işi nargilelerin eskisi gibi revacı kalmamışsa da. ufaktan iriye doğru dizilmiş ve pınl pırıl oğulmuş bir bürü bakır demlik, birkaç tane kalmış olsa da kağıt inceliğinde bir kaç Çin fincanı, duvar resimleri, geniş aynalar ve her yıl birkaçı ebediyyen nâmevcut yazılan eski simalar, Çerkez’in kahvede çözülmesi güç bir vefa duygusuyla eski zamanları yaşayıp durmaktadırlar Vakıa bazı yenilikler yok değildir; yırtık pırtık iskemle ve tabureler tazelenmiş, çinkodan yeni bir tatlı su sarnıcı yapılmış, tezgâh yenilenmiş ve kahvenin küçük kanatlı kapısının yerine mini bir camekân ilâve edilmiş ama Çerkez’in kahvede bütün asli elemanlar hâlâ yerli yerindedir. Kahvenin en görünür yerinde, iri çerçeve içinde ”Basından methiyeler” gibi iddialı bir başlık altında, kahve hakkında yazılmış şiir ve yazılar camlatılmıştır ve buradaki en güzel şiir nice kereler Çerkez’in yaprak dolması cesametinde kaçak tütününden nezâket belası içmek zorunda kaldıktan sonra öksürük nöbetine tutulan Beşir Ayvazoğlu’na aittir. “Çerkez’in Kahve’de Bir Kış Gecesi” başlıklı bu güzel şiiri, Çerkez’in okuyamamış olduğuna ne kadar yerinsem yeridir. Çerkez’in Kahvesi, Afyon Sokağı’nın girişinde emektar Şehir Oteli’nin böğründe nasılsa unutulmuş bir geçmiş zaman yadigârıdır ve mahzenle dükkân beynindeki bu küçük dükkânın göremediğimiz bir yerinde müheykel göğdesiyle Çerkez emmi, hâlâ sevdiklerine kallâvi kahveler pişirip, dolma cesametinde cigaralar sarmaktadır. Ahmet Turan ALKAN Altıncı Şehir, 1992


via Sivas Herfene http://bit.ly/2K2nQtv

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS