Ana içeriğe atla

Cumhuriyet Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Doç Dr Uğur Tuztaşı hocamızdan yine muhteşem bir yazı, siz takipcilerin istifadesine sunuyoruz DAKTİLON GİDİNCE; KÖŞENDE OTURURSUN SANMIŞTIM… İlk yazarlığa bulaşma hayalin, eski mahalle kasabınızın çekilmiş et sardığı gazete kâğıdıydı. Gazetenin et yağına bulanmış sarımtırak sayfasındaki bir fotoğraf ile fotoğraf altı yazısı dikkatini çekti. İçinden, fotoğraftaki yazarın sana göz kırptığını geçirdin. Yazıyı şöyle hızlıca bir okudun… O köşe yazısı seni, senden almıştı… O gün, mahirligin üstündeydi; ilk işin sakalları hala okunan, iri gözlü pipolu adama hayran hayran bakmak olmuştu; ama şunu da demeden duramadın; senden daha iyi bir yazar olacağım…. Kasaptan eve uzanan yolu, bir yazar edasıyla tamamlama niyetindeydin… Yakın zamanda kendine bir daktilo alma planını yaparak; heyecanla yola koyuldun… Hep yolun ortasından yürürdün… O gün, çoğu zaman varlığını bile hissetmediğin, çıkıntılarıyla toprak altına kıvrım yapan, eğik açılarla döşenmiş tozlu kaldırım taşlarını fark ederek, kendini yoldan attın; fevkani bir yükseltinin yazarlık ruhunu okşadığını düşünmüş olacaksın ki; bahçe duvarlarını da kendine rota yaparak, kaldırımda yürümeyi tercih ettin. Yükseklerde olmalıyım, yükseklerde dedin… Tam o sırada; kerpiç duvarın seni duyduğunu hissettin… Duvarın duyması bile korkuttu seni. Bir kere ağzından çıkmıştı. Ama yüksek deyince hemen ürperdin… Şunu biliyordun. Yüksekten korkan bir adamdın, daktilo yazarlarının çoğu gibi, sende de uçak korkusu vardı. Bir an, ünlü bir yazar olarak Paris’e adım atacağın günü hayal ettin; ancak Paris’e sadece uçakla gidileceğini düşündün ve vazgeçtin. Zaten uzun yolcukları sevmiyordun. Otomobil yolculuğu da sana göre değildi. Paris hayalini ve yolculuğunu hemencecik sonlandırdın. Nerden aklına geldiyse; siyaset yazarımı olsam dedin. İyi siyasetçi nasıl olunur sorusunun cevabını bildiğini düşünüyordun. Hatta bu konu da uzman görüşlerin de vardı. Mahalle köşesinin siyaset sohbetleri, sana epey yol aldırmıştı. Ama yine de siyasi yazarlık sana göre değildi; o yüzden vazgeçmen kolay oldu. Kararsızlığını bir kenara bıraktın. Sadece yazarlığını düşündün. İster tarih ister edebiyat ne olursa olsun yazacaktın…. Neticede bir yazar köşesi, en sığıntılı yolculuğun olacaktı. Duraksadın… çok daldığını düşündün… Mahallede seni bekleyen arkadaşının randevusuna geç kalmanın sıkkınlığıyla yola devam ettin; ama bir kere yazarlık alemine girmiştin; bıyığı yeni terleyen arkadaşını bekletmekten çekinsen de; içinden beklesin dedin, dünyayı keşfetmekle meşguldün… O gün bitmişti… Daktilonu almıştın… Her gece; sabaha kadar daktilonla sohbet ettin, ne yazacağını kurguladın, ama daktilon sırdaşın olsa da; 1970’li yıllar yazarlık planlarınla geçti; ama ilk köşe yazında çıkmamıştı... Stresliydin… Yine de, akşamları sokak lambalarının ardında gölgelerinle hayallerini kovalamaktan vazgeçmedin… Arkadaşlarının şehri selamet yapan dünyalarını eleştirmeye başladığında; motive oluyordun, modern çağın yazarı olacağına inancın tamdı. Bir kış günüydü; bir İstanbul yolculuğun için, otobüs terminaline gittin... Yazıhaneye seninle bilet almak için gelen adam, senden hızlı davranmış ve bir kolunu yazıhanenin bankına dayadıktan sonra, diğer eliyle de Elias Canetti’nin Körleşme adlı kitabını ters bir şekilde tutarak kendisiyle tanışmanın ilk yolunun kitabıyla tanışmaktan geçtiğini, iri gözleriyle sana anlatmaya çalışıyordu. Bu yolcu, tıpkı ilk yazarlık tecrübesini sana kavratan yağlı gazete kağıdındaki pipolu, sakallı yazara benziyordu… Seni gözleriyle şöyle bir yokladıktan sonra şayet yanında oturursan, sana isminizi bağışlayın diyeceğini; sonrada uzun bir yolculuğun en taze sözünü söyleyerek, gidene kadar hiç susmayacağını planlamış gibi dikkatle bakıyordu… Ve konuşmaya başladı... Sana nereye gideceğini sordu; aynı yer cevabını alınca; yan yana oturmayı teklif etti… Kütüphanesinin en değerli kitabı olan bu kalın kitaptan korkmamam gerektiğini ve kendisinin yolculuğu keyifli hale getirecek şekilde Canetti’ye vefasını ispata çalışacağını ve Threse ve Kien’in ya da Fischer’i maceralarını en duru şekliyle ve hakkıyla anlatacağını, bundan da hiç kuşku duymaman gerektiğini söyledi ve seni gözleriyle yoklamaya devam etti… Bir eliyle göbeğini terleten askılı kayışını kontrol ederek, en büyük arzusunun Canetti gibi bir yazar olmak olduğunu ancak kütüphanesindeki binlerce kitaba rağmen yazamamasının sebeplerini sana bütün yolculuk boyunca anlatacağından bahsetti… Korktun… Kesilen biletine cüzdanından parasını çıkarmaya çalışırken sıkıldığını anlamış olacak ki; tekrar sana baktı; uzun yolculuğunu omuzlayacak bir yol arkadaşı bulamamanın sıkkınlığı her halinden belli idi; ve son kez sana bakarak, bu uzak yolculukları gidecek bir yeri olmadığından dolayı sevdiğini, o yüzden de her yolculuğa ayrı ayrı kitaplarla çıktığını, bitirdiği her kitabın sonunda da daha yalnız kaldığını söyleyerek yanından uzaklaştı… Canetti’yi dinleyememek seni üzse de; yazamamasını dinlemek senin gibi yazamayan birini korkutmuştu… Gelelim yazarlık yolculuğuna ve sonuna; Edebiyat, felsefe, din, kültür her şeyden ama her şeyden anlıyordun; yıllar böyle geçti… Hep dinledin, hep keyif aldın… Daktilonu yeni evine taşarken eskiciye verdin… Ama ilkyazın çıkmadı… Yaşın 60’ı geçti… Yazma fikri ve yazarlık serüveninin aklına gelince; o yağlı kâğıtta ki yazar ile o İstanbul yolculuğundaki adamlar aklına gelir. Hatta halı yağlı gazete sayfasındaki pipolu yazarla hesaplaşıyorsun… Yalnız ne o kaldırım kaldı mahallen de; ne de o duvarlar. Sıcak somun ekmeği de çok seviyorsun biliyorum. Daktilon gidince, köşende oturursun sanmıştım… Yazmaya devam dedin hep; yaz usta; yaz…


via Sivas Herfene https://bit.ly/3V71zfQ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS

Sivas Atasözleri #SivasAtasözleri #Sivas #Sularbaşı #Bezirci #SivasHerfene #Çayyurt #SivasBelediyesi #Gardaş #Sivaslıyız #EyaletiSivas #Tarihesahipçık #SivasMeydan #Nostalji #EskiSivas #EskiResimler #Çavuşbaşı #Çayiragzi #Alibaba #Bengiler #SivasTarihi #SivasKültürü #SenSivasıSeyret #SivasKalesi

via Sivas Herfene https://bit.ly/3gDp1NT

İstanbul’u titreten Sivaslı Ermeni kabadayı, Ardaş 1910’lu yıllarda özellikle Üsküdar sokaklarında hüküm süren Ardaş, 1886’da Sivas’ta doğar. Koca Mavnacı’yı öldürdükten sonra dikkatleri üzerine toplayan Ardaş, küçük yaştayken Sivas’tan getirilip Selamsız’daki Ermeni kilisesinde bir papaza bırakılır. Neyin nesi olduğu bilinmeyen Ardaş’a nüfus kâğıdı çıkarılırken, baba hanesine kendisini teslim alan Sarkis adındaki papazın adı yazılır. Kilisede büyüyen Ardaş, tüm çabalara rağmen okumayınca, meslek öğrenmesi için bir fırına çırak olarak verilir. Ömer Ünal’ın aktardığına göre, “doğuştan asi ruhlu” olan Ardaş, ilk suçunu fırında beraber çalıştığı Erbaalı arkadaşı Yusuf’u fırıncı küreğiyle yaralayarak işler. Bu olaydan sonra, fırında çalışmayı bırakan Ardaş, 24 yaşındayken Selamsız’daki kilisenin iki papazını yaralayınca artık meskeni sokaklar olur. Papazlara saldırmasının sebebi de kendisine istediği parayı vermemeleridir. Doğancılar’ı haraca kesen Ardaş, bir süre sonra gönlünü Kumkapılı Ağavni’ye kaptırır. Ağavni’nin babası Krikor’un, kızını Ardaş gibi birisine vermek istememesi kendisi için pek hayırlı olmaz. Bir gece Ağavni’nin evini basıp onu kaçıran Ardaş, kızın babası Krikor’u da ağır yaralar. Ardaş, I. Dünya Savaşı’nın ardından Ağavni’yle birlikte yaşadıkları Ümraniye yolu üzerindeki evinden Üsküdar sokaklarını yönetenlerden birisidir artık. Ardaş’a esas şöhreti ise İstanbul’un namlı kabadayılarından Mavnacı Ali’yi “hacamat” etmesi getirir. Rizeli Mavnacı Ali, 1906’da Üsküdar’ın “haracını yiyen” Karamanlı Yusuf’u Üsküdar vapur iskelesinin önünde falçatayla öldürmesinin ardından, 16 yıl boyunca hem Üsküdar’da, hem de Beyoğlu’nda “borusunu öttüren” namlı bir kabadayıdır. Ali’nin Ardaş’ın Üsküdar’da isminin duyulmasından duyduğu rahatsızlık, kendi avanesinden birkaç kişinin Ardaş tarafından dövülmesiyle ayyuka çıkar. 26 Kasım 1920’de, Mavnacı, Ardaş’ı öldürmek için bir tuzak kurar ve onu Kuzguncuk’a çağırır. Fakat hesabı tutmaz ve iki hasım Kuzguncuk’taki Yalı Kahvesi’nin önünde bıçaklarla kapışırlar. Düelloda şans, iki parmağını kaybetmesine rağmen Ardaş’a güler. Sağ el başparmağı ve işaret parmağının kesik olması, polis kayıtlarında en belirgin alameti olarak geçer. Bu kavgadan sonra Üsküdar’ın tek hâkimi olan Ardaş’ın da saltanatı uzun sürmez. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, sevgilisi Ağavni’yi de yanına alıp ortadan kaybolur. AGOS

via Sivas Herfene http://bit.ly/2dz24vt