Ana içeriğe atla

C. Ü Mimarlık Bölüm Başkanı Doç Dr Uğur Tuztaşı hocamızın kaleminden yine muhteşem bir yazı daha. ... ŞEHRİN KÖŞELERİ İÇİN MANZUME (2): MAVİ KÖŞE Bir gün şehrin ihtiyar delisi! aniden fırladı; bir şeylerden ürkmüştü. Bağırmaya başlamıştı. Bir oyunbozana bağırıyordu. Bağıra, bağıra, elindeki fotoğrafları gösteriyordu. Hissedebiliyordum. Bu bağırtı, bu yanık bağırtı, insanın içine sızıp, bir şeyleri eritiyordu. Şehrin delisi, eski bir kitabın içine koyduğu üç fotoğrafı, sırasıyla çıkarıp, havaya kaldırıp bağırıyordu. Uzaktan ne kitabı, ne de fotoğrafları seçebiliyordum. Köşeyi gösteriyordu. Köşeyi göstere, göstere bağırıyordu. Şehrin delisinin yanına sokuldum. Onu uzun yıllar tanıyan belediye bandosundan emekli semt sakini de geldi yanımıza, sonra mahalle bakkalı. Etrafta telaşlı bakışlarıyla doluşan insanlar, ne olduğunu merak ediyordu. Şehrin delisinin kızgınlığı geçmese de, ilk fotoğrafı sakince bana uzattı. Hala oyunbozana bakıp, sus diyordu, sus. Şehrin delisi “sus” demek için çok ilginç bir fotoğraf seçmişti. Susmayı öğütleyen en kibar fotoğrafı. Hastaneleri çocuklara sevdiren bu fotoğraf, umut bekleyen hastalara göz kırpan bir hemşirenin fotoğrafıydı. Fotoğraf, 1976 yılına ait fotoğraf, şimdilerde hiçbir hastanede göremediğimiz, hemşire kıyafetiyle "Sus" pozu veren eski model Dilek Tunca’nın fotoğrafıydı. Soren Kierkegaard’ın da dediği gibi, susabilmek hünerdi ve o yıllarda Dicle Tunca’nın fotoğrafı, bütün acıların sessizlikle tedavi edileceğine inandıran bir tılsıma bir hünere sahipti. Bakkal’ın dediğine göre, şehrin delisi, annesini ameliyat masasında kaybettiği sırada tanışmış fotoğrafla. Annesinin yasını susarak unutacağını düşünmüş olacak ki, sonrasında Kepenek Caddesi’ndeki o meşhur fotoğrafçıdan aldığı fotoğrafı yanından hiç ayırmamış. İçim acımıştı. Ardından ikinci fotoğrafı istedim. O hala oyunbozana kızıyordu. Boğaz kısmı tüylü, mavi kabanıyla şehrin delisi, köşeyi gösteriyordu. Fotoğraf, 1972 yılı yapımı, başrolünde Cüneyt Arkın ve Müşerref Tezcan’ın oynadığı, Hayatımın En Güzel Yılları filmine ait bir sahneydi. İlk dikkatimi çeken filmin karakteri Murat (Cüneyt Arkın)’ın mavi kabanıydı ki, şehrin delisinin kabanı, neredeyse Murat’ın kabanının aynısıydı, Bakkal, filme hayran olan delimizin Almanya’daki amcaoğluna kabanı sipariş ettiğini ve yıllardır nadiren üzerinden çıkardığından bahsetti. Hatta elinde tuttuğu kitabı bile film de görüp, Akdeğirmen Mahallesi’nden komşuları olan Atatürk Lisesi edebiyat hocasına aldırmış. Filmin giriş sahnesinde 4 arkadaşın kayık keyfinde okunan kitap, Mickey Spillane’nin Kıyasıya Romanı’ydı. Filmin ana karakterlerinden Lale’nin (Müşerref Tezcan) dört mevsimin birinde şarkısının fonuyla okunan kitap, onu öyle etkilemiş ki, kitabı elinden bırakamamış. Hatta delimizin çok az konuştuğunu söyleyen belediye emeklisi, onun, uzun yıllar, “Geleceğim diyordun dört mevsimin birinde. Dört mevsimin birinden…” diye mırıldandığını söyler… Bu iki fotoğraftan sonra; sessizleştim. Delimiz hala sus diye bağırıyordu. Üçüncü fotoğrafı aldım elinden. Fotoğraf, Mavi Köşe’nin eski haline ait siyah beyaz bir fotoğraftı. Müştemilatlarıyla birlikte uzun yıllar yetiştirme yurdu olarak hizmet veren Babinyan Konağı’nın fotoğrafıydı. 1960’larda yıkılan konağın eski fotoğrafını özenle saklayan öksüz delimiz, babasını da kaybedince buranın, bu köşenin adeta bekçisi olmuştu. Belki de bir annenin izlerini hiç silmeden taşınacağı yüzleri görmüştü köşede, Kimsesiz çocukların umutlarının hayallerinin saklandığı köşeyi çok sevmişti... Konağın ve müştemilatlarının yerine yapılan apartmanın cephesindeki mavi seramikler sebebiyle köşeye mavi köşe denmiş, o tarihlerden sonra zaten mavi kabanıyla dikkat çeken delimize de maviş denmişti. Evet, Maviş. Maviş ismini çok seven delimiz, tıpkı, Hayatımın En güzel Yıllarındaki Hisseli Aile Kumpanyası’nın girişinde bekleyen film kahramanları gibi, eski ahşap binayı o kadar özümsemişti ki, hayatının merkezine koymuştu. Nihayetinde o köşe, onun koruduğu tılsımlı bir adaya sırlı bir arkadaşa dönüşmüştü. Dahası, kendilerini kandıracak bir masalları kalmadığına inanan kişilere inat, köşeyi zihninden silememişti… Maviş’le köşesi arandaki bağ fotoğraflarla sağlam bir dostluğa da dönüşmüştü… Köşeden bahsedilince, bir çocuk gibi içi kıpraşmaya başlayan Maviş, o yer aşkına! Soğuk geçirmeyen mavi kabanıyla! Yıldırılmış göçmenlik duygusuyla köşeden, köşenin mazisinden haberdar olmayanlara el sallarmış… Hatta çoğunlukla elindeki fotoğrafları da gösterirmiş. Ta ki bir oyunbozan onu rahatsız edene dek… Fevzipaşa okulundan köşeye doğru sırasıyla; Mavi köşe kıraathanesi, Yüncü dükkânı, kasap Nureddin, Saatçi Harun, Dondurmacı ve köşede Bakkal Hasan. Alibaba hattına dönünce ise Tüpçünün dükkanı ama hepsi hepsi Mavişin konaktan kalan yadigarlarıymış; 1980’lerde bu dükkanlarda yıkılınca neşesini iyiden iyiye kaybeden Maviş, fotoğraflarına daha sıkıl sarılmış… Şehrin delisi, Maviş, yanımdan uzaklaşırken, şöyle bir gözüme baktı: Bu sefer büyük bir suskunlukla; İçinin gittikçe ıssızlaştığını ve bunu bir türlü engelleyemediğini söyler gibiydi; ardından son kez oyunbozana baktı ve oradan uzaklaştı… Ben ise şunu düşündüm: Sanki bu bağırtı, tabiata aykırı günlere inat, içimizdeki dünyadan bunca şeyin harap olduğu zamana inat bir çığlıktı… Sahi köşeleri köşe yapan geometriye, sükûnete ne oldu? Sus pozu veren hemşirenin fotoğrafı tekrar hastanelere asılabilirdi, Maviş gibi Cüneyt Arkın’ın Hayatımın En Güzel Yılları filmini de izleyebilirdik ancak, yalvar yakar olsak da; Maviş’in köşesinin izlerini bulamazdık… Çünkü yollarına düğüm atılmış bir kavşağa benzeyen hafızamızın tarif edeceği yolda hiçbir işaretle karşılaşmamız pek mümkün değil… Bakkal, Maviş için son olarak şunu söyledi: Mahallesini terk ederek sitelere taşınan komşularının yan çizmeleri onu alakadar etmedi; “İçimizden bir tek o,” “içimizden bir tek o, durduğu yeri hiç terk etmedi. Fotoğraflarıyla köşesini beklemekten asla vazgeçmedi…” Bir köşeyi seven herkesin bir rengi olsun; Mavi köşenin sahibinin adı belli; orası köşesinden tahliye olamamış mavişindir… Not: Maviş, içimiz yanıyor tıpkı senin acın gibi bir acı var içimizde… Kaybımız çok, Başımız sağolsun; Bu büyük felakette annelere sabır, babalara sabır, yetimlere sabır, öksüzlere sabır, herkse ama herkese sabır diliyorum... Deprem bölgesindeki vatandaşlarımızın acıların yürekten hisseden, milletimizin birlik ve beraberliği daim olsun; Allah bu aziz milleti felaketlerden korusun…


via Sivas Herfene https://bit.ly/3SjvNvH

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS