MUZAFFER GÜCER ABİMİZ MAHALLESİNİ ANLATIYOR 26.05.2016 Bizim Sivas. ''ZAVALLI MUNDAR (pis) IRMAK'' Şimdi adı bilmem neden, Paşabahçe diye değiştirilen, esas adı Paşa fabrikası olan bu yerin, yukarısındaki Tavra boğazından, çıktığı için de mundar denilen bu ırmak, bir zamanlar, Sivas´a hayat verirdi, can verirdi. Taaa 1934 yılında, Türkiye´nin birçok yeri, elektriği bilmezken, tanımazken buraya o kıt imkanlarla Skoda firmasına kurdurulan, hidroelektrik santralı, yıllarca Sivas´ı aydınlattı. Bilmem neden? Kolaya kaçıp, bu canım ırmağı yok ettiler. Acaba yaşatmanın imkanı yok muydu? Santraldan çıkan bu su, şimdi sayılarını unuttuğum birkaç tane un fabrikasını çalıştırdıktan sonra kesme taştan yapılan ve bugün yapacak ustası bulunmayan Daş Bent´te (1) bölünmüştü. Daşbent sağ ve sol taraflarında, o günün şartları ile, kazma kürekle ve insan gücüyle, açılan toprak kanallarla, üçe ayrılmıştı. Biz bunlara ırmak derdik. Her iki kolda yukarlardan açıldığı için, ana kola tepeden bakarlardı. Soldaki kol, Ethem Beyin Parkının alt kısmından akıp, Akdeğirmeni çevirdikten sonra ana kola karışırdı. Takriben, 5-6 km. uzunluğunda olan bu kol, Akdeğirmen mahallesi ile Çayyurt mahallesi arasında hudut teşkil ederdi. Yalnız, burada kafama bir şey takıldı. Acaba vakti ile, buralar boş mu idi? Değirmenden başka bir şey yokmuydu ki, daha sonra kurulduğu ve yapıldığı izlenimi veren mahalle ve camiye bu ön ad verilmişti. Çünkü, değirmenin hemen yanındaki cami ile mahalleye Akdeğirmen camii ve Akdeğirmen mahallesi denirdi. Bilmem merak edip, araştıran birisi çıkar mı? Sağdaki kanal ise daha yüksekten akardı. Kışlaların, öğretmen okulu ve halı atölyesinin (2) alt kısmından, ve Mevlana Tekkesinin (3) üst tarafından geçip, Çiftegöz Değirmeni´ni (4) çalıştırdıktan sonra, şimdi Mevlana caddesi olan yerden akar, Aliağa Değirmeni´ni de (bu değirmen Aliağa camiinin yakınlarında idi) çalıştırdıktan sonra ana kola kavuşurdu. Bu her iki kol da, alt kısımlarında bulunan, evlere pınar olarak akardı. Arklarla alınan sular, bahçe ve bostanları sulamada kullanılırdı. Çocuklar burda yıkanır, içinde ördekler yüzerdi. Çiftegöz Değirmeninin yukarısında bulunan, Kazıklık (5) denilen yerde, büyüklerin plajı idi. Yazın, sıcak günlerde gider, kazıklıkta bol bol çimerdik. Boy abdesti ihtiyacını evine söyleyemeyen delikanlılar da yaz kış burayı kullanırdı. Herşey de olduğu gibi, bunun da kolayına kaçıp, evlerin helalarının pis suyunu, şehrin önemli bir kısmına hem kültürel hem ekonomik anlamda can veren bu güzelim ırmağa, lağımlarla bağladık. Süpürülen avluların ve kapı önünün çöpünü de buraya dökerek, kirletmeye devam ettik. Ondan sonra da adını Mundar Irmak koyduk. Acaba mundar olan ırmakmıy dı, yoksa onu o hale getiren bizler mi mundardık?? Irmak kapatılmadan önce evi yakın olanlar, bunun kenarına söğüt ve kavak ağacı dikerdi. Yazın sıcak günlerinde bilhassa akşam üzeri çıkan hafif bir rüzgar ağaçları salladıkça, serinlenir, huzur bulur, rahat ederdik. Her ilkbaharda ırmak kenarındaki ağaçlarımızı budardık. Uygun olanları, dikmelik olarak ayırır, hemen oralarda bulduğumuz münasip bir yere, zar zor bir kazık çakar ve çıkardığımız kazığın yerine bu dikmeyi sokardık. Hepsi bu kadar , o kendi kendine büyürdü. Bizden başka bir bakım istemezdi. Artan dalları ise, kucak, kucak eve taşır, daha sonraları satırla doğrar yığardık. Kuruyan bu dallar avluda bulunan ocaklarda yakılıp, yemek pişirmekte kullanılırdı. Ayrıca, seçtiğimiz dallardan biraz uğraşarak kabuk çıkarıp, düdük ve dilli düdük yapardık. Ne güzel değil mi? Bedavadan düdük yapıp öttürmek. Mevsimine göre Mart sonu ve Nisan başlarında, kabayel (lodos) eserken beraber gelen yağmurla, karlar aniden eriyince, ırmak kabarır çoşar, sele dönüşür, yatağına sığmaz olurdu. Başka yerlerden bile insanlar gelir, seli seyrederlerdi. Halkın, elbirliği ile yaptığı ufak, tefek tahta köprüler, sel götürmesin diye ağaçlara ve demir elektrik direklerine urganlarla bağlanırdı. Hemen her akşam, inekleri olan komşuların birinden aldığımız tezeğin (6) üzerine gündüzden hazırladığımız odun parçalarını dizip, yakar, sonra ırmağa bırakırdık ve o ıslanıp, batıncaya kadar kenardan koşar takip ederdik. İtfaiye ekipleri uçları kancalı uzun sırıkları ile, şimdiki Sultan Otelin önünde nöbet tutar, otelden itibaren kapalı kanala giren ırmağın, su üzerinde getirdiği türlü malzemelerin kanalı tıkayıp, bir felakete yol açmaması için, sel hafifleyene kadar gelen malzemeleri kancayla çekerek kenara toplarlardı. Bir akşam yine seli seyrederken, komşumuzun 8-10 yaşlarındaki oğlu, mundar ırmağa düştü. Batıp, çıkıp gidiyor, kimse çocuğu kurtarmaya atlamadı. Ben hemen atlayıp zor da olsa çocuğu sudan çıkardım. İşin esasını bilmeyenler, neneme koşup, mundar ırmağa tavuk düştü, torunun sele atladı demişler. Dizlerine vura vura ağlayan nenem, önce beni azarladı. Sonra, işin aslını öğrenince bu sefer, öpücüklere boğdu. Komşumuzun birisi, arasıra ırmakta serpme ağla balık tutardı. Bazen de adları Ziya olan, mahalleden iki arkadaşım soyunup taşların arasından, yuvalarından balık tutarlardı. Yazın, sıcak zamanlarda şimdi Kız İmam Hatip Okulu olan, o zaman ki Sivas Ortaokulunun yanındaki duvara, güneşlenmeye çıkan yılanları seyrederdik. O duvarın karşısında bulunan, yalı evleri niye bir gecede yıkıldı. Kalsalar ne güzel olurdu. Acaba kanalizasyonlar dere yatağının altına döşenen, borulara bağlanıp, ufacıkta olsa, temiz bir dere akmaya devam etse olmaz mıydı? Bu yaz memlekete giden bir arkadaşla buluşup, konuşurken derin bir ah çekti. Ne oldu deyince, başka yerler, bir kuru ağacı bile tarihi diye, koruma altına alırken, bir zamanlar gezmeye gittiğimiz o canım eser Daşbent yok edilmek üzere dedi. Ben de en az onun kadar üzüldüm. Bu tarihi esere sahip çıkıp, koruyacak kimse yok mu? Hatta derim ki sol tarafında bulunan tepe teraslanıp, ağaçlandırılsa ileride bir mesire yeri olabilir. İstanbul Taşdelenden selamlar. 1-Daşbent; Kumlu tarladan Ermeni Maşatlığına giden yolun hemen solunda idi. Yakın zamana kadar , göl aynası rusubat ile dolduğundan kullanılmıyordu, ancak kesme taştan örülmüş ana gövde sapasağlam idi. Şimdilerde yüzlerce kamyon hafriyatla bentin önü birileri tarafından doldurularak, dere yatağı özel mülk haline getirildi. Bent ise görünmez oldu. 2-Halı atölyesi; şimdiki kadın hapishanesinin Mevlana´ya bakan kısmında idi. Burada mahpuslar meşhur Sivas Halısı dokurdu. Şehrin ileri gelenleri sıraya yazılıp, parasının bir kısmını peşin yatırıp, yıllar sonra da halısına kavuşurdu. 3-Mevlana tekkesi; şimdiki Mevlana camiinin yerinde, öküz ırmağının alt tarafında ahşap harabe bir bina idi. 4-Çiftegöz Değirmeni; Hükumet Binasının arkasında Hikmet Işık caddesi ile Mevlana caddesinin birleştiği kavşak civarında idi, Halis Beyin Değirmeni de denirdi. 5-Kazıklık; Mevlana caddesinin kumlu tarla ile birleştiği yerde, Ethem Beyin Parkındaki suni göletin üst başında su birikintileri olan çayırlık alandı. 6-Tezek; büyükbaş hayvanların taze dışkısının, kömür tozu ve elenmiş toprakla karıştırılıp, çember veya kasnakla şekillendirildikten sonra güneşte kurutulmuş hali olup, yazın mantislerde yemek yapmak ve çamaşır kaynatmak için kışın da yakacak için kullanılırdı.
via Sivas Herfene http://bit.ly/2OgvguG
Yorumlar
Yorum Gönder