Şarkışla'lı Aşık SERDARÎ Serdarî Sivas’a bağlı Şarkışla ilçesinin Kayalıyokuş mahallesinde doğdu. Asıl adı Hacı, mahlası Serdari’dir. Mahlasını nasıl aldığı, ustasının olup olmadığı bilinmemektedir. Yalnız gençlik yıllarından beri tanık olduğu önemli olaylarla ilgili şiirler söylediği bilinmekte, bu şiirleri o yıllardan beri halk arasında dilden dile dolaşmaktadır. Doğum yılı, kendi söylediği şu kıt'adan anlaşıldığına göre 1834'dür. "Açılmadı ikbalimiz bahtımız, Şen olsun İstanbul pâyitahtımız, Tevellüt ellidir geçti vaktimiz, Nöbetin bekliyor salımız bizim" Küçük yaşta öksüz ve yetim kalan Serdarî bir çok akranı gibi, yoksulluk nedeniyle okula gidemedi. Babasından kalan bir-iki tarlayı sürüp ekerek; kendi işlerinden arta kalan zamanlarda da başkalarının tarlalarında çalışarak geçimini sağlamaya çalıştı. Çocukluğunda bir gün eşekten düştü ve sol kolu kırıldı. Sınıkçılar sardı ama haşarılığı yüzünden kırık kol bir türlü iyileşmedi. Tam kangrene çevireceği sırada sınıkçı dirseğinin biraz altından kesti. Halk arasında bu nedenle "Çolak Hacı" lakabıyla anılır oldu. Ancak kendisi bu lakaba çok üzülür, "Ben çolak değilim, kolsuzum" derdi. Serdarî iri yapılı, çok sağlam bünyeli, güçlü kuvvetli biriydi. İnsan gücüne dayalı her türlü işi arkadaşlarından daha iyi yapardı. Örneğin kesik koluna karşın, tırpanla ekin biçmedeki ustalığı bütün komşu ilçelerde, hatta Sivas'ta bile anlatılırdı. Kesik koluna taktığı bir kayış kolçağa tırpanın sapını geçirir; sağ eliyle de tırpanın elceğinden kavrayıp da ekine girdiği zaman hızına kimse yetişemezdi. O zamanlar tırpancıların gündeliği 4-5 kuruş iken o, 20 Kuruştan aşağı çalışmazdı. Gerçekten de herkesten uzun ve keskin tırpanıyla 4-5 kişinin yapamayacağı işi tek başına yapardı. Serdari'nin tırpan çalmadaki becerisi o kadar ileri gitmiş ki; halk arasında “Çolak Hacı tırpanı, Çolak Hacı sıyrımı, Çolak Hacı çekici” gibi deyimler kullanılır olmuştu. Şarkışla’nın güney doğusunda “Çolak Hacı’nın Bostanı” diye bilinen bir kavaklığı vardı. Çevresi güzel kokulu iğde ağaçlarıyla çevrilmişti. Serdarî buraya her yıl kavun karpuz ekiyordu. Bir yaz günü Şarkışla’ya şiddetli bir dolu yağdı. Serdarî’nin bostanı da yağıştan ve onun getirdiği selden harap oldu. Ozanımız kaybolan onca emeğe çok üzüldü ve şu demeyi söyledi: Bostan ektim yolu ile Felek vurdu dolu ile Cilve eyler kulu ile Harabetti bostanımı Emek verdim sabahlardan Umudum yok kabaklardan Yiyemedim tabaklardan Harabetti bostanımı Düş gördüm gece yarısı Tuttu yüreğim ağrısı Kalkmıyor mısır darısı Harabetti bostanımı Serdarî çekiyor yaslar “Sağlık olsun” diyor dostlar Per perişan patatesler Harabetti bostanımı. Serdari avcılıkta da çok ustadır. Şarkışla avcılarının başı olan Hacı emminin avdan boş döndüğünü kimse görmemiştir. Kayapınar köyünde yaptıkları bir avı şöyle anlatır: Niyet kurduk Kayapınar gölüne, Avlayarak Çayşıhı'nın çölüne, Yakup can da, destelemiş eline, Atın vurun avlanacak gündür bu, Ben ölürüm size kalır ündür bu. Müdür sen avla gel tiken kovadan, Barutları kan ağlıyor tavadan, Köse Küçük atar vurur havadan, Atın vurun avlanacak gündür bu, Ben ölürüm size kalır ündür bu. Durnayı da ayırmayın eşinden, Atın vurun kanadından döşünden, Aşık Ahmet kuş geçirmez başından, Atın vurun avlanacak gündür bu, Ben ölürüm size kalır ündür bu. Göle varıp pıtalara yatmalı, Ala kaza her taraftan atmalı, Beş bir yana on bir yana çatmalı, Atın vurun avlanacak gündür bu, Ben ölürüm size kalır ündür bu. Uzak düştü Kayapınar elleri, Girilmiyor pek derindir gölleri, Boynu uzun zurba zurba kılları, Atın vurun avlanacak gündür bu, Ben ölürüm size kalır ündür bu. Serdari'm de alt başında duruyor, Ördeklerin zurba zurba yürüyor, Keleşlerim atıp atıp vuruyor, Atın vurun avlanacak gündür bu, Ben ölürüm size kalır ündür bu. Çağının önemli âşıklarından biri olan Serdarî’nin şiirlerinde güçlü bir ifade biçimi vardır. Yaşadığı yılların koşullarını, Anadolu köylüsünün çektiği sıkıntıları, başından geçen olayları, abartısız, yalın ve duru bir dille anlatmıştır. Ne yazık ki okuma yazma bilmediği için şiirlerini kendisi kaleme alamamış; çevresinde "cönk" tutabilecek kimse olmadığı için şiirlerinin çoğu günümüze ulaşamamıştır. Serdari sık sık oğlu Nafel'e ve torunlarına: "Şu benim demelerimi bir yere yazın. Gün gelir bunları sizlerden isterler. Herkes sizin gibi kadir bilmez değildir" dermiş. Ancak Nafel'de, okuma yazma bilen diğer torunları da bu deyişlerin önemini, o günün koşullarında bilememişler ve bir yere not etmemişler. Bilinen şiirleri ise yakınlarının aklında kalanlardır. Serdarî’yle ilgili üç kitap vardır. Bunların ilki Fazıl Oyat’ın yazdığı “20 Halk Şairi” adlı kitap; diğerleri torunu Ekrem Berk ve Şarkışlalı araştırmacı Ahmet Özdemir’in yazdığı “Şarkışlalı Serdarî” adlı kitaplardır. BİZİM Nesini söyleyim canım efendim Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim Arzuhal eylesem deftere sığmaz Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim Sefil ireçberin tebdili şaştı Borç kemalin buldu boynundan aştı İntikal parası binleri geçti Dahi doğrulamaz belimiz bizim Ehl-i fukaranın yüzü soğuktur Yıl perhizi tutmuş içi kovuktur İneği davarı iki tavuktur Bundan gayrı yoktur malımız bizim Çok dilek diledim kabul olmadı Şu yalan dünyada yüzüm gülmedi Hiç kimseye emniyetim kalmadı Açılmadan soldu gülümüz bizim Şu yalan dünyada hoş olamadım Borçludan bir kere baş alamadım Şu küçük öküze eş bulamadım Söylemeden aciz dilimiz bizim Zenginin sözüne beli diyorlar Fukara söylerse deli diyorlar Zamane şeyhine veli diyorlar Gittikçe çoğalır delimiz bizim Fukara halını kimse sormuyor Ehl-i diyanetin yüzü gülmüyor Padişah sikkesi selam vermiyor Kefensiz kalacak ölümüz bizim Evlat da babanın sözün tutmuyor Açım diye çift sürmeye gitmiyor Uşaklar çoğaldı ekmek yetmiyor Başımıza bela dölümüz bizim Reçberin sanatı bir arpa tahıl Havasın bulmazsa bitmiyor pahıl Tecelli olmazsa neylesin akıl Hep yokuşa sarar yolumuz bizim Sekiz ay kışımız dört ay yazımız Açlığından telef oldu bazımız Kasım demeden buz tutar özümüz Mayısta çözülür gölümüz bizim Tahsildarlar çıkmış köyleri gezer Elinde kamçısı fakiri ezer Döşeği yorganı mezatta gezer Hasırdan serilir çulumuz bizim Zenginin yediği baklava börek Kahvaltıda eder keteli çörek Fukaraya sordum size ne gerek? Düğürcük çorbası balımız bizim Bir aşka geldik de biz bunu dedik Üç yüz üç senesi bir sille yedik Her nereye varsan sahipsiz Gedik Kime arz olacak halımız bizim Açlıktan benzimiz sarardı soldu Ağlamaktan gözümüze kan doldu Üç yüz üç senesi bir afet oldu Dördü bir okkadır dolumuz bizim Her daim doğrudur aşığın sözü Kör olsun düşmanın görmesin gözü Bir parça seyredi istibdat sözü Geçer mi düşmandan kinimiz bizim Açılmadı ikbâlimiz bahtımız Şen olsun İstanbul pâyitahtımız Tevellüt ellidir geçti vaktimiz Nöbetin gözlüyor salımız bizim Serdari halimiz böyle n’olacak Kısa çöp uzundan hakkın alacak Mamurlar yıkılıp viran olacak Akibet dağılır ilimiz bizim. Zurba: Toplu halde. Sürü halinde. Pıta: Avcı siperi. İreçber: Çiftçi (Rençber). Sikke: Para. Gedik: Şarkışla’nın eski adı. Telef: Yok olma. Ölme. Düğürcük: Bulgurun ince çekilmişi (Düğülcek). Seyredi: Seyrekleşti. Pâyitaht: Başkent. Sal: Salaca. Bilgiler http://bit.ly/38JhvMO dan alınmıştır.
via Sivas Herfene http://bit.ly/2tODEuu
Yorumlar
Yorum Gönder