Ana içeriğe atla

ÇOCUKLUĞUM NEREDESİN? Bazı zamanlar var ki bir türlü alamam kendimi kendimden. Her akşamın siyahından önce geldiği o anlarda, eğreti bir ikindi hüznü düşer gözlerimden ve bu gömgök mavinin altında salkımlaşan tekke önünün kristal temmuzları üşütür yüreğimi... Yukarı Tekke'nin mistik duruşu bütün haşmeti ve ahengiyle ses verirken, Abdulvahhabi Gazi Hazretleri’nin her vakit abdest aldığı o billur çağlayanda iklim iklim soluklanan eski bir hüzün yumağıdır çocukluk zamanlarım ve ben o çocukluk zamanlarımı çok özlüyorum... Buğulu ve buruk hatıraların canımı acıttığı her kuşluk vaktinde, bazen de akşamın üstü örtülü alacasında uzayan gri geceler sarar dört yanımı. Baki kalan bu kubbe, sanki tenha dönencelerin ıssız şavkıdır artık... Oysa Hacı Zahit Mahallesinin o hazin duruşuyla benzeşir sitemlerim. Alabildiğine derin bir boşluğa sımsıcak bir gölgeyle usul usul üşüşür gölgeler. Oysa ben, kaç zamandır ne düşündüğümü bilmiyorum. Toprak bacalı evimizin avlusunda, saçları kıvrım kıvrım bir çocuk görüyorum. Bana mahsus bir Sivas meltemi, zemheri zamanlarının üzgün düşlerini getiriyor erinmeden, kahroluyorum... Başımı yastığa her koyduğum vakit, gözlerimi yumunca görüyorum! Ve bir türlü aklımdan çıkmıyor o çocukluk günleri... Bazen üç gün, bazen bir hafta hiç kimseyle konuşmuyorum. Hüzünlü masallara bezeli o utangaç çocuğu taa kal-u beladan beri tanıyorum! Him komşumuz Şükriye Teyze sesleniyor berrak sesiyle, biraz uzak biraz yakın...'gız hatçe geliiin Osman Emmi geliyor!' beynimde yankılanan bu buğulu sese bir türlü yüzümü dönüp bakamıyorum. Kül rengi bulutlar geçiyor çocukluğumun salatalık bahçelerinden, ürperiyorum... Gölgesine sığınıp tarifsiz hayallere daldığım avlumuzdaki ıssız akasya ağacı, salkım saçak dallarında büyüyen çocukluğumu uzatıyor birden, korkuyorum. Örselenmiş yüreğimden gözlerime çisil çisil, sağanak sağanak, iplik iplik yağmurlar geliyor. Perdesiz camlarda tuhaf şekiller görüyorum. Annem, titrek parmaklarıyla siyah beyaz fotoğrafımdan gözyaşlarımı siliyor. Ben hala, O günden kalma çocukluğumun gün aşırı yağmurlarında ıslanıyorum... Koynunda muskasıyla eşiğe oturmuş, ela gözleriyle ürkek bir gölge yokluyor yüreğimi. Kırlaşmış saçlarıma güz sabahlarının sarışın huzmeleri dökülüyor. Göz bebeklerimde, eskilerden kalma bir sabah doğuyor ve kalbimin en eski sancısı düşüyor ayakucuma... Kırgın parmaklarımda biriken kuru ayazlara gücenip, adını bilmediğim mevsimler için, kalemimi gözyaşlarıma banıp adı konmamış şiirler yazıyorum... Saffet Emmileri, Memülü Emmileri, Osman Emmileri, Molla Emmileri, Aydedeleri, Deli Hasanları, Nihat Ağabeyleri, Zerzekıran Sami Emmileri, Sünnetçi Fikrileri, Deli Fadoları, Nafiye Teyzeleri, Kamer Hatun Teyzeleri, Şükriye Teyzeleri, Şefika Teyzeleri, Mevlüde Teyzeleri, Nemciye Teyzeleri, Lütfiye ablaları, Şarogadingeleri, Pakize Teyzeleri, Deli Hatçeleri, Refik Hocaları ve her sabah işlemeli Kuran kabını omuzlarına takarak kuran kursuna ya da terziye giden mahallemin güzel yürekli kadınları kızları, çocukluğumun yanı başında yürüyorlar. Duman duman yükselen bir gecenin tam ortasında onları arıyorum yalınayak, hiç birini bulamıyorum... Bir karanlık eşeliyor evimizin bacasını... Yaralarıma tütün basıp, Kınalı 'enekemi, çerçüvemi', paslı çemberimi, cıncıklarımı, topacımı, sapanımı, balıksırtı kızağımı, koynuma alıp uyuduğum ayakkabılarımı ve yoksul yüreğimi tanımadığım yıldızlara emanet bırakıyorum... Tuhaf bir yükseklik korkusuyla beraber, Yukarı Tekke berzahlarının çiğdemleri korkuyla uzatıyor başını Akkaya'dan... Kefensiz, gelinliksiz uyuyan 'kırkkızlar' ın kınalı hıçkırıkları duyuluyor dipsiz kuyulardan... "Çene başında" ki yeşil cami duvarına yaslanıp bir sigara yakıyorum. Babaannem, yıllar öncesinden namaz örtülü başıyla, avlumuzun bir köşesinde bir gölge gibi beni gözetliyor, biliyorum... Göz açıp gönül verdiğim, eskilerden; bir “Hacısaat”, bir “Mısmılırmak”, bir “Çağlayan”, bir “Tekke Önü”, bir “Höllüklük” bir “Akkaya” ” düşlüyorum... Memülü Emminin iki kat olmuş seferberlik sesi çınlıyor kulaklarımda...”Cephede aç galmadınız, başınız bitlenmedi, bedeninizde gurşun izi de yoh, ayakkabı çorbasını da bilmezsünüz! Esvaplarınız da yamalıklı dööl, gülün eşşoğulları gülün”! Ben artık hiç gülmüyorum! Buğday tarlalarında biriken lacivert akşamlar, harmanlıkta uçurduğum uçurtmalar gibi ufkumda salınıyor ne zamandır... Ne zaman döşeğime yüz üstü kapansam, Karanlıkta gözleri ışıl ışıl parlayan çocukluğumun yürek paralayan sesi yankılanıyor. Yüreğimde kanat çırpan Sivaslı üveyiklerle beraber, uykusuz düşünceler sarıyor etrafımı. Nihat Emmi’nin yemyeşil “alaçuh” ‘lu bostanlarına sinip, 'kovalamaç metdeynek' oynarken, yol boyu dökülmüş çocukluğumun iğdelerini topluyorum... Yüreğimin pırıl pırıl Mısmılırmağı’nda süzülüp gitmiş o güzelim günler. Kurumuş yapraklar misali Ekim giymiş bir zemherinin koynunda üşüyen çocukluğumu arıyorum. Yiğitler Caddesi’nin en karanlık yerinde bir akşamüstü, kımıldamadan ve arkama hiç bakmadan öylece, dimdik duruyorum. Tahta iskemleye oturmuş aksakallı koca dedemin gümüş saplı bastonu düşüyor ellerimden, susuyorum... Elinde Mengürdeği ile yolumu gözlüyor Dil Evliyası, utanıyorum! Şimdi artık; viran evimizin bir köşesinde, pirinç şamdanlarda titreyen bir mum misali kâh yanıyorum kâh sönüyorum. Eskimiş bir aile albümünün siyah beyaz sayfalarında gülümseyen, pırıl pırıl huzmelerle dopdolu çocukluk zamanlarımı ve koynunda sakladığın ay parçası hüzünlerimi geri istiyorum… Ahmet Caniklioğlu hocamızın paylaşımıdır...


via Sivas Herfene https://bit.ly/3pQPmBd

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayriye Karayurt Bir eğitim neferi . Kendisi 40 yıl Sivasımız da ilkokul öğretmenliği yapmış nice çocuklar yetiştirmiştir. Cumhuriyet ilkokulunda çalıştığı zamanlar 1971 yılında yılın öğretmeni seçilmiş başarılı bir eğitimci . Şu an kendisi halen memleketi olan Sivas’ta yaşamını sürdürüyor. Değerli hocamıza sağlıklı ömürler dileriz.

via Sivas Herfene https://bit.ly/45TwjGs
via Sivas Herfene http://bit.ly/2t7LRF9

Pamukpınar öğretmen okulu Tarihçe Pamukpınar Köy Enstitüsü, Sivas-Tokat karayolu üzerinde Yıldızeli’nin 5 km kuzeyinde 1941 yılında kuruldu. Pamukpınar adının nereden geldiğinin iki ayrı söylencesi var: 1. hoş içimli kaynak suyundan geliyor. 2. yerleşke bölgesinde yüzeyden akan kireçli pınar suyu aktığı yerleri beyaza dönüştürdüğünden Pamukpınar adı kalıcılaşıyor. Kısacası Pamukpınar ismi bir sudan geliyor. Pamukpınar topraklarının istimlak işleri 1938 yılında yapıldı. 700 dönümlük arazi üzerinde 1941 yılında faaliyete geçti. Okulun yerleşme ve spor alanları hariç 400 dönüm ekilip, işlenebilir arazisi vardır. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan Sivas, Tokat ve Erzincan’lı öğrenciler (efsane öğretmenimiz Ömer Yurdagül’ün rehberliğinde) getirilerek 2. ve 3. sınıflar oluşturuldu. Adı geçen illerin köylerinden, ilkokulu bitiren öğrenciler alınarak 1. sınıflar oluşturuldu. Başta okul müdürü Ethem Salmangil, bir müdür yardımcısı, üç öğretmen ve yüz seksen öğrenci ile eğitim-öğretime başlandı. Henüz derslik, yemekhane, yatakhane ve lojman binaları yokken; öğrenciler Yıldızeli’ndeki Cumhuriyet İlkokulu’nun zemin katında yatıyor, yemeklerini de orada yiyorlardı.. Havaların iyi olduğu günlerde Pamukpınar’a gidilerek temeller kazılıyor, tuğlalar hazırlanıyor, binaların yapımında öğrencilerin de beden gücünden yararlanılıyordu. 1942 yılından itibaren normal eğitim-öğretimin yanı sıra eğitmenler de yetiştirilmeye başlandı. Askerliğini yapmış, okuma yazma bilen erkekler alınarak, Nisan ayı ie Ekim ayı arasında kurslarda yetiştirilip, köylere Eğitmen olarak gönderiliyorlardı. Yetişkin bu insanlardan binaların yapım ve bakımlarında da yararlanıldı. Bu Eğitmenler’in kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmalarına büyük katkıları olmuştur. Eğitmen yetiştirilmesine 1948 yılına kadar devam edildi. Okulun kuruluşundan itibaren Döner Sermaye teşekkül ettirildi. Arazinin yarısı ekilip, biçilirken diğer yarısı nadasa bırakılıyordu. Örnek verirsek; 1964-1965 Ekim’i sonunda 8 ton arpa, 9 ton yulaf, 10 ton buğday, 2 ton saman, 3 ton ot, 1 ton yonca üretildi. Ayrıca büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları da yetiştirilerek, bunların etinden, sütünden yararlanılıyordu. Yine küçük bir orman haline getirilen Pamukpınar arazisinde çam, söğüt, kavak, elma, erik, akasya, meşe vs. ağaçlar yetiştirilmiştir. Ayrıca yaz aylarında okulun büyük sınıf öğrencileri dönüşümlü olarak okula çağırılarak tarım işlerinde çalıştırıldı. Köy enstitüleri 1952 yılında zamanın yöneticileri tarafından kapatıldı. 1952 yılından itibaren 6 yıla çıkarılarak PAMUKPINAR YATILI ERKEK ÖĞRETMEN OKULU olarak eğitim öğretimini sürdürdü. 1976 yılından itibaren, ÖĞRETMEN LİSESİ’ne dönüştürüldü. 1988 yılına gelindiğinde; öğretmen lisesinin içinde bir de GÜREŞ OKULU açılarak; 1990 yılına kadar çift okullu Eğitim Öğretim sürdürüldü. 1990 yılından 1997 yılına kadar PAMUKPINAR ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ adiyla faaliyetine devam etti. 1997 yılından itibaren, YATILI İLKÖĞRETİM BÖLGE OKULU’na (YİBO) dönüştürüldü. 2014 yılından beri ise YATILI BÖLGE ORTAOKULU statüsünde Eğitim ve Öğretim’e hizmet veriyor. Pamukpınar 4000′e yakın öğretmen yetiştirerek yurdun her tarafına göndermiştir. Yurdumuzun her tarafında Pamukpınar’dan yetişmiş hemen her meslekten insana rastlamak mümkündür. PAMUKPINAR’DAN YETİŞENLER Cahit Külebi Şair Sabri Özer Şair ve Yazar Mahmut Özdermir Bakan Nihat Canpolat Vali Amir Çiçek Vali Halil İbrahim Akça Büyükelçi Mehmet Çağlar Genel Müdür Necati Yalçın Prof. Dr. Hüsnü Aydoğdu Müzisyen Dursun Çiçek Albay Dr. – Mv. Şeref Eroğlu Güreşçi (Dünya Şampiyonu) Hakkı Bulut Sanatçı Mehmet Güler Yazar Hasan Göztepe Yazar Ali Doğan Halk Ozanı Tevfik Karakaya Profesör Niyazi Ünsal Eski Erzincan Senatörü Emin Özdemir Yazar Mehmet Ceylan Profesör Dr. Kadim Ceylan Profesör Dr. Ahmet Erbil Fizik Prof. Dr. Amerika (NASA) Orhan Çakırer Prof. Dr. Ali Bozkurt TÖB-DER Genel başkanı Abbas Cılga Şair- Yazar Hazım Zeyrek Şair- Yazar Mehmet Adem Solak Şair- Yazar

via Sivas Herfene http://bit.ly/2s3MhyS